Son Dakika :
medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kuzey Güney 25. Bölüm

Gönderen: Unknown on 28 Şubat 2012 Salı | 10:01



Kuzey hiç beklemediği bir yerden aldığı bu darbenin acısını ve hayal kırıklığını yaşamaktadır.

Bu zor anlarında Ali ve Cemre, Kuzey’in yanında olur.

Ali’yle yalnız kaldıklarında, Kuzey hayatında ilk kez yaşadıklarına ve hissettiklerine dair konuşmaya başlar ve kaza gecesiyle ilgili her şeyi itiraf eder.

Kuzey’i “makara” işinin dışına çıkardığı için Güney’in huzursuzluğu da her geçen dakika biraz daha büyür.

Ne olursa olsun Kuzey’i kaybetmek istemeyen Güney, kardeşiyle arasındaki mesafeleri eritmek için ilk adımı atar.

Kendisine gönderilen çiçeklerden sonra, Simay’ı çok büyük ve pahalı bir sürpriz daha beklemektedir.

Simay, etrafında olup biten esrarengiz olayları çözmeye çalışırken, hedefindeki kişi Zeynep olur.

Öte yandan, yediği dayaktan sonra Kuzey’e iyice bilenen Sümer; hırsını almanın kendince bir yolunu bulur.

Hayatında yepyeni, tertemiz bir sayfa açmaya hazırlanan Kuzey, son kez Güney’le karşı karşıya gelir.

İki kardeş çok önemli bir yol ayrımında baş başa kaldığında, Güney hayatının en önemli kararını vermek zorundadır.

Yeni Açılım Sürecinde Baş Aktör Barzani



Abdulkadir Selvi'nin köşe yazısı...

Yol haritası

Mart ve Nisan ayları yaklaştıkça Ankara'da bir kaygı kendini hissettirmeye başlıyor.

Kış aylarında hareket alanı kısıtlanan örgütün baharla birlikte eylemlere başlamasından endişe duyuluyor.

Güvenlik boyutunda polis ve Jandarma özel harekata keşif ve gözetleme uçakları alınması, uzun menzilli karadan karaya ya da havadan karaya güdümlü füzeler gibi.

Ama bir de Kandil'in dağıtılması, dağdakilerin indirilmesi, örgüt liderlerinin üçüncü ülkelere gönderilmesi gibi ayaklar üstüne oturan "sivil çözüm" sürecinin de yeniden devreye girmesi için bir çaba var.

Burada akla hemen "Oslo süreci"nin geleceğinden eminim. O sürecin aktörleri MİT, PKK ve üçüncü ülke olarak Norveç'ti.

YENİ SÜRECİN AKTÖRLERİ KİM OLACAK?


Yeni sürecin aktörü kim olacak? Aktör ya da aktörler demek mi daha doğru olacak orasını bilemiyorum.

Çünkü siyasi irade henüz bu konuda kararını vermiş, neyin, ne zaman, kimle ve nereye kadar müzakere edileceği konusunda bir çerçeve çizmiş değil. Hakeza süreci eskiden olduğu gibi MİT mi yoksa Kamu Güvenliği Müsteşarlığı mı yürütecek o da belli değil. Böyle bir sürece girilecek mi o da kesinleşmiş değil ama Başbakan'ın son grup konuşmasında, "siyasetle müzakere, terörle mücadele edileceği" açıklaması da gösteriyor ki, böyle bir irade varlığını koruyor.

Başbakan Erdoğan'ın geçirdiği 2 ameliyat bu konuda karar alma sürecini de etkilemiş gözüküyor.

Eğer böyle bir süreç başlarsa, geçmiş deneyimlerin büyük katkısı olacağı kesin. Taraflar artık birbirini daha iyi tanıyor.

Burada bir noktayı belirtmeden geçemeyeceğim. Polis ve Jandarma Özel Harekat timlerinin ortak operasyonları ve MİT'in nokta istihbaratları sonucunda alınan başarılı sonuçlar masaya oturulurken rollerin değiştiğini gösteriyor. Artık psikolojik ve alan hakimiyetinin devletin elinde olduğu bir dönemdeyiz. İkinci nokta; Kürt sorununun çözümünün diyalog ve müzakereden geçtiğini savunanlar da artık, "Operasyonlar dursun, biz görüşmeler yoluyla sonuç alalım" demiyorlar.

PKK'nın Silvan ve Çukurcu saldırıları bu tezin varlığını ortadan kaldırdı.

YENİ TREND


Yeni trend; PKK-KCK operasyonları devam ederken, diğer yandan da görüşmeler başlayabilir.

İsrail'in arka kapı diplomasisini yürüttüğü bir merkez olarak biliniyor Norveç. Bu kez üçüncü ülke konusunda Norveç üzerinde tereddütler var.

Bir tereddüt noktası da Öcalan'la görüşme konusu. Kürt halkındaki karşılığı ve örgütün yaşayan lideri olması Öcalan'ın rolünü önemli kılıyor. Öcalan'sız bir çözümün zorluğu biliniyor. Ama bu kez, Öcalan biraz kenarda tutulacak gibi gözüküyor. Ya da ileri aşamalarda sürece eklenebilir.

Ama bir eğilim, müzakere sürecini Barzani'yi sürece dahil ederek yürütme yönünde.

PKK kurulduğu günden, 2005 yılına kadar geçen 25 yıllık süreç içinde Bekaa vadisinden Şam'a, Kandil'den İmralı'ya uzanan zaman diliminde bir şekilde Öcalan'la bir şekilde temas vardı. Hele yakalandıktan sonra sivillere tamamen kapalı, askerin kontrolünde bir 6 yıl geçirildi. Bu sürede PKK işi tamamen askerin kontrolünde oldu. O istediği kadar görüştü, sivillere de bilgi verme gereği duymadı.

Ta ki Başbakan Erdoğan soruna el atana dek.

Açılım sürecinde yaşananları çok iyi biliyoruz. Bu işin ne denli zor olduğunu hepimiz görmüş olduk. Çözümü sabote etmek isteyenlerle, açılımı yönetenlerin eksikleri çözüm sürecine çok büyük zarar verdi. Habur'da olduğu gibi.

O nedenle, bu işte doğru bir "yol haritası", operasyonel yönü güçlü ve güven telkin eden aktörlerin varlığı önemli.

YOL HARİTASI

Yeni sürecin yol haritası adına yapılan zihin egzersizinden bir bölümü aktarmak istiyorum. Ama bu, hükümetin yeni yol haritası gibi anlaşılmamalı. Görüşlerden birisi demek daha doğru olur.

1-Kandil, Kuzey Irak topraklarında olması başta olmak üzere yeni süreçte Barzani'nin hem bölgesel hem de Kürt halkı üzerindeki etkisinden yararlanılmalı. Neçirvan ve Mesrur Barzani ile Kerim Sincari önemli aktörler olarak değerlendirilmeli.

BDP ile görüşmelerinde silahlı çözümün çare olmadığını, siyaset yoluyla Kürt sorunun çözümü konusunda çalışma yapılmasını öneren Mesud Barzani'nin, "Saddam Hüseyin, Türkiye'nin Kürtlere verdiği hakları ve sağladığı imkanları sağlasa biz kendisine karşı savaşmazdık. Ben dağlara çıkmam Bağdat'a gider, siyaset yapardım" dediği belirtiliyor.

2-Barzani böyle bir süreçte rol üstlenebilmek için Başbakan Erdoğan'ın güvencesini önemsiyor. Zaten Erdoğan'ın Kuzey Irak'ı ziyareti bu açıdan çok başarılı geçmişti. Burada bir sorun yok. Ancak Barzani, asker tarafından da kabul edilmek istiyor. "Türkiye'ye gelince Genelkurmay Başkanı kabul etsin, bir kahvesini içeyim" diyor. Bunu önemli bir güvence olarak görüyor.

3- Türkiye'nin, "Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı"nda koyduğu şerhi kaldırması.

Burada PKK'nın silahlı gücünün yerel yönetimlerin güvenlik kuvvetleri olacağı gibi bir şey anlaşılmasın. Devlet içinde ikinci silahlı güce izin verilir mi? Bu tartışılamaz bulunuyor.

Güvenlik, vergi, yargı gibi hususların dışında yerel yönetimlere kısmı özerklik sağlayan imkanların verilmesi.

4-Ana dilde eğitim.

Ama burada Kürtçenin resmi dil olması gibi bir şey düşünülmüyor. Anadilde eğitimin tüm etnik kökenliler için seçmeli ders olması.

5-Af.

Topluma Kazandırma Yasası'nı ne kadar esnetirseniz esnetin beklenen amaca ulaşılamıyor. Dağdakilerin indirilmesinden daha önemli bir nokta var. 330 örgüt liderinin Türkiye'ye getirilmesi, topluma kazandırılması ya da bir kısmının üçüncü bir ülkeye gönderilmesi konusu.

Bunlar tartışılacak. Başka görüşler de eklenip bir "yol haritası" oluşturulacak. Bir de bu yol haritasının, "psikolojik zeminini" sağlamlaştırmak için, özgüveni artıracak, örgütün psikolojisini bozacak bir şok yaşatılacak.

Hasan Pulur, Fatih Altaylı'ya Destek Çıktı



Gazetecilikte ana yemek “haber”dir, gerisi, olsa da olur olmasa da...

Hani lokantaya gider, bonfile söylersiniz, tabağa bonfilenin yanında patates, haşlanmış sebze, salata gibi başka şeyler de koyarlar, asıl ana yemek bonfiledir de diğerleri garnitür, hatta bazıları el bile sürülmeden geri gider.

İşte haber budur, gazeteciliğin ana yemeğidir, diğerleri garnitür, bazılarının tadına bile bakılmaz.

* * *

“Haberciliğin” en büyük kuralı da “atlatma” ya da “atlama”dır, haberi kim önce verip diğer gazeteleri atlatmıştır, o “bir günlük” yıldızdır. Atlayan ağzıyla kuş tutsa o gün yüzüne bakan olmaz.

Tabii bunları “di’li geçmiş zaman” içinde yazıyoruz, şimdi bu kurallar acaba geçerli mi, bilemeyiz, her şey o kadar değişiyor ki!

* * *

Örneğin günlerden beri “bizim sektörde bir fotoğraf tartışılıyor.” Bizim zamanımızda olsaydı “Babıali” derdik, artık “Babıali” filan kalmadı ya!

Fatih Altaylı tartışmayı özetliyor...

Olay, Silivri’de geçiyor, tarihi “Şike” davası duruşmasında.

“Önceki gün Mahkeme Başkanı, salona gazetecilerin alınmamasını, çünkü salonun çok kalabalık olduğunu söyledi. Bunun üzerine gazeteciler itiraz edince, mahkeme salonuna bir kamera koyulması ve bunun başka bir odadaki televizyona bağlanmasına, gazetecilerin de duruşmayı bu odadan televizyondan izlemesine karar verdi mahkeme.

Kamera kuruldu. Yandaki bir odadaki televizyona bağlandı. Bu çalışma sırasında o odaya giren muhabirlerimizden biri, televizyonda duruşma salonunu görünce bu görüntüyü fotoğrafladı. Ancak daha sonra mahkeme heyeti karar değiştirdi ve bu yayından vazgeçildi. Ama bizim arkadaşlar fotoğrafı çekmişti. Biz de bu televizyon görüntüsünün fotoğrafını yayınladık.”

* * *

Fatih Altaylı olayı şöyle noktalıyor:

“Bunun adı gazeteciliktir beyler.”

Bize de sorarsanız öyle, hani “buz gibi” derler ya “buz gibi” gazetecilik...

Bir gazeteci bunu görecek ve çekmeyecek...

Böyle atlatma bir haber, gazetecinin meslek hayatında kaç kere ayağına gelir ki?

Haber doğruysa, başka eller karışmamışsa, başkaları adına servis yapılmıyorsa, bu dört dörtlük haberdir, anlatmanın alası...

Tabii bize göre!

Meslek tarihi bu gibi “atlatma” ya da “atlatılan” haberlerle doludur.
Suç mu?

Gazetedeki haberlerin çoğu suç...

Gazeteci, saklanan, gizlenen haberi arayıp bulacak, kaynaklarının yardımıyla elde edecek, yayınlanacak.

Eğer, bunlar suçsa kadı kızında da bu kadar suç olur.

Tabii birilerinin verdiği haberi, onun adına yayınlamıyorsan!

Bir gazeteci, haberi ne pahasına olursa olsun, tereyağından kıl çeker gibi çekip çıkaracak ve yayınlayacak...

Bunun keyfini gazeteci olmayan anlayamaz...

* * *

Haber için neler icat etmişizdir!
1960 öncesi olaylara, tabii iktidarın hoşuna gitmeyen olaylara “yayın yasağı” konuyor, tam gazeteyi hazırlamışsınız, postaya vereceksiniz “Kamber efendi” kapıdan gözükür, elinde bir zarf .
“Neşir yasağı!”

Sil baştan, yeni gazete...

* * *

İçimizden biri, belki de biz, çare arıyoruz:

“Arkadaşlar, yayın yasakları kararını veren mahkeme olayı da anlatmıyor mu? Filan yerde filan kişilerin karıştığı olayın yayınını yasaklamıştır... Böyle demiyor mu? O halde biz de mahkeme kararını yayınlayalım mahkeme kararını yayınlamak da yasak değil ya!”

Tamam mı?

Tamam!

Bir de avukatımız rahmetli Kendi Turel’e soralım, dedik.

O bizden hızlı:

“Çok iyi olur!”

Başladık mahkeme kararını yayınlamaya; “falan olayın yayını yasaktır, filan konuşmanın yayının yasaktır.”

Bir süre böyle gitti.

Bir gece İstanbul C. Savcısı Hicabi Dinç telefon etti:

“Ne yaptığınızı sanıyorsunuz yarından sonra mahkemeler yayın yasağının sonuna, bu kararın yayını da yasaktır” diye yasaklarlarsa, o zaman ne yapacaksınız?

“Olanla, ölümden başka çaresi olmayan ne var ki”.

Gazetecilerin birinci sayfaları beyaz boşluklarla çıktı, herkes bir şeyler olduğunu anladı.

* * *

Evet, kimse kusura bakmasın ama biz de Fatih Altaylı gibi düşünüyoruz.

Gazetelerin işi yasakları zorlamak, halktan haber alma özgürlüğünü savunmaktır.

Onun için, biz Fatih Altaylı’dan yanayız.

“Elli kusur yılda bunu mu öğrendin?” diyecekler.

Evet, tek kalemden çıkmış “ajans gazeteciliğini” hiç beceremedik.

Ersin Korkut oyunculuğa soyundu



Atv ekranlarında yayınlandığı ilk günden beri ilgi odağı olan, gündemdeki konulara mizahı bir dille ele alan, kimi zaman da ekranların sevilen isimlerini konuk eden Alemin Kıralı’nda bu hafta BKM Mutfak’ın başarılı oyuncularından Ersin Korkut konuk oyuncu olarak yer alacak.

Dizide Rock’n Roll’un Kralı Elvis Presley olarak izleyicilerin karşısına çıkacak olan Ersin Korkut, evin çılgın kızı Jülide ile Las Vegas’ta evlenecek. Las Vegas’ta tanıştığı Enis’le (Ersin Korkut) sarhoşken evlilik yapan ve bu evliliği turistik bir eğlence zanneden Jülide (Evrim Akın) gerçekten evlendiğini anlayınca şoka girer.

Ekranların başarılı ve sempatik oyuncularından Ersin Korkut’un da konuk olacağı Alemin Kıralı’nın baştan sona eğlenceli sahneleri ve esprileriyle dolu bu bölümü 1 Mart Perşembe akşamı saat 20.00’de atv ekranlarında olacak.

Yalçın Bayer: Legalleştiler



CHP kurultayı için bazı muhaliflerin söylediği gibi çok şey söylenebilir.

“Genel Merkez, görevini güçlü şekilde ortaya koyamıyor.”

“Kılıçdaroğlu, Aziz Yıldırım kadar diklenemiyor; CHP’liler de FB taraftarları kadar olamıyor.”

“Kurultay partisi olmaktan kurtulamıyoruz.”

“Kılıçdaroğlu ve yönetimi, partiyi büyütemiyor; gidişat iyi değil.”

Heyecanı zayıftı

Tüzükteki ‘padişah yetkileri’ kalktı mı?”

En ağır eleştiriyi eski milletvekili Sabri Ergül yaptı. Ergül, 2008’de Baykal’ın yaptığı tüzük değişikliğine karşı çıkmış; 17 ay süreyle değişen tüzük devreye sokulamamıştı. Bu kurultayda da söz alarak, tüzüğün, muhalefetin isteğine karşın bazı maddelerinin değiştirildiğini, ama Genel Başkan ve MYK’nın, eski ‘ağırlığının’ araya serpiştirildiğini ve aynı yetkilerin süreceği görüşünde olduğunu söyleyen Ergül, “Bir tek genel merkezden örgütlere gönderilecek para oranı değişti. ‘Demokrasi Şöleni’ yaftası ile bu ayıp örtülemez” dedi. Son seçimde ‘merkez yoklaması’ ile 3. sıraya konularak yeniden Meclis’e giren İsa Gök’ün, gerekli çoğunluğun olması yolundaki ısrarı ve buna karşılık kendisinin yaka paça salondan dışarı çıkartılması hiç ‘demokratik’ değildi.

Kurultayla ilgili ‘nitelikli çoğunluk’ konusu ve hazirun cetvelindeki imzaların ‘atılış’ biçimi CHP’nin başını ciddi şekilde ağrıtacak gibi gözüküyor.Önder Sav’ın yönlendirdiği bazı imzacıların yaptıkları hukuki girişimler, kurultayı iptal ettirebilir mi? Henüz erken ama hafta içinde yapılabilecek itirazlar bunu gösterecek. Nihayette Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kararını verecek.

Kurultaydan bazı satır başları verirsek...

Kılıçdaroğlu’nun konuşması içerikliydi ama son iki Meclis grup konuşmasının ise gerisindeydi. Genel Başkan’ın heyecanı yoktu. Konuşmasında ‘demokrasi’ sözcüğünü ağırlıklı olarak kullandı. Parti içi sorunlara girmedi. ‘Postmodern diktatörlük’ vurgusu iktidara karşı en ağır eleştiriydi.

Muhalifler daha önce duyurmalarına karşın Anıtkabir’e gitmediler. Baykal, Sav gibi kurultaya gitmeyerek iddiasını bir anlamda sonlandırdı yorumları yapıldı. Demek ki, istenen tavizler yeterince verilmediği için ‘pazarlıklar’dan bir sonuç alınamadı. Unutulmaması gereken bir gerçek de antidemokratik olduğu için değiştirilen tüzüğün, Baykal ve Sav’ın eseri olduğudur. O gün antidemoktarik tüzüğe evet diyenlerin, dün de değiştirilmesi için oy kullanması siyasetin bir cilvesi olsa gerek.

Revizyon olabilir

Sonuçta Kılıçdaroğlu’nu güçlendiren bir kurultay yaşandı denilebilir. Değişim ve dönüşüm ile ‘yeni CHP’ legalleşti. Evet tüzük sorunu bir şekilde sona erdirildi. Bunun da siyasi sonuçları olması gerekir; bu da çeşitli organlarda ‘revizyonu’ gündeme getirebilir.

Mustafa Mutlu: Kılıçdaroğlu Kazandı Baykal Kaybetti



CHP’nin dünkü kurultayı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun gücünü ve partideki egemenliğini biraz daha artırdı.

Bunda en çok payda; hiç kuşkusuz, üç kez özel olarak davet edilmesine karşın kurultaya gelmeyen önceki Genel Başkan ve bugünün Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ındı...

***

Ne yalan söyleyeyim; ben muhalif milletvekili İsa Gök’ün fazla bireysel görünen ve biraz da şov kokan itirazlarına, Önder Sav ekibinin kurultaya gelmeyerek Anıtkabir’e gitmesine, sonra da bir otelde basının karşısına çıkmasına çok da fazla takılmadım.

Bu “muhalif hareket”in CHP’yi böleceğine ise; özellikle dünkü kurultayı izledikten sonra kesinlikle ihtimal bile vermiyorum.

Çünkü Önder Sav’ın da dün bizzat açıkladığı gibi, bu ekibin, bir kapıdan kovulsalar bile öbür kapıdan tekrar CHP’ye gireceklerini biliyorum...

Benim en çok dikkatimi çeken şey, CHP’nin yıllarca Genel Başkanı olan Deniz Baykal’ın vefasızlığı ve sorumsuzluğu oldu.

Zaten kurultayın başından sonuna kadar salonda en çok konuşulan konu da, Baykal’ın gelip gelmeyeceğiydi.

Bu konu; yapılan tüzük değişikliğiyle getirilen yeni düzenlemelerin bile önüne geçti.

***

Baykal bana göre, sırf Kemal Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının yanında görünmemek için salona gelmeyerek, CHP kurultayına saygısızlık etti...

Başına kaset felaketi geldiğinde bile son dakikaya kadar ağzının içine bakan, hatta evinin önünde çadır kurup direnen delegeleri üzdü.

Ondan beklenen, kesinlikle bu kurultaya katılması ve eğer gerek duyuyorsa kürsüye çıkıp parti yönetiminin hatalarını tek tek sıralamasıydı.

Çünkü onun gibi deneyimli bir eski Genel Başkan’a bu yakışırdı.

***

Hava almak için dışarı çıktığımda kendimi bir delege grubunun içinde buldum... İçlerinden birinin, Deniz Baykal’ın gıyabında ve ona hitaben söylediği sözleri aktarmayı görev biliyorum:

“Kardeşim madem kurultaya bile gelmeyecek kadar nefret ediyorsun bu yönetimden, madem bu kadar kin dolusun; o zaman daha sekiz ay önce neden milletvekili olmayı kabul ettin? Aynı insanlar vekillik teklif edince havada atlayacaksın, iş kurultaya gelmeye ve partiye katkıda bulunmaya gelince sıvışacaksın... Olmadı Sayın Genel Başkanım, olmadı! Biz sizi büyük hedeflerin adamı olarak tanımıştık ama siz küçük oyunların adamı çıktınız...”

***

Kısacası, dünün “görünmez kahramanı” Deniz Baykal’dı...

Kurultaya katılmayarak, kendisine gönül veren ve hâlâ “Acaba döner mi” umuduyla bekleyen delegelerin gözünden bile düştü...

*****

Günün Sorusu

Kemal Kılıçdaroğlu, kurultayda yaptığı konuşmada, “Gelin özel yetkili mahkemeleri kaldıralım. Gelin infaza dönüşen tutukluluk sürelerini kısaltalım. Gelin faili meçhul cinayetlerde zaman aşımını kaldıralım. Gelin 12 Eylül yasalarındaki tüm antidemokratik düzenlemeleri ve YÖK Yasası’nı değiştirelim. Gelin seçim barajlarını kaldıralım. Gelin Toplantı ve Gösteri Yasası’ndaki antidemokratik hükümleri düzeltelim. Gelin militanlaşan yargıya son verelim ve vicdanı olan bir yargı yaratalım. Gelin özel yaşamı koruyalım” diyerek iktidar ve muhalefet partilerine çağrıda bulundu... Sorum size:

Size göre Başbakan Erdoğan bu çağrıya nasıl bir yanıt verir?

İGD Başkanlığına Engin Köklüçınar Seçildi



İstanbul Gazeteciler Derneği (İGD) Başkanlığı'na Engin Köklüçınar yeniden seçildi.

İGD'den yapılan açıklamaya göre, Engin Köklüçınar'ın yeniden genel başkanlığa seçildiği genel kurulda, başkan yardımcılıklarına Mustafa Dolu, Osman Sağırlı, Cemil Özyıldırım, genel sekreterliğe Selçuk Onur, genel sekreter yardımcılıklarına Şaban Arslan ile Ahmet Kemal Ravalı, mali sekreterliğe de Altan Tanman getirildi.

Yönetim Kurulu üyeliklerine Abdullah Nebioğlu, Atilla Bartın, Gökhan Taşkın, Esat Atalay, Semih Hız, Gönül Yıldırım, Nazır Şentürk'ün seçildiği genel kurulda, Ergin Konuksever de Basın Meclisi Danışma Kurulu Başkanı oldu.

Türkiye'nin İlk Kürtçe Dizisi Başlıyor



1650-1707 tarihleri arasında yaşayan Kürt şair Ahmed-i Hani'nin ünlü aşk destanı 'Mem û Zîn'den esinlenilerek televizyona uyarlanan 'Siya Mem û Zîn' (Mem-u Zin'in gölgesinde) adlı dizi bu akşam TRT 6'da başlıyor.

Türkiye'de çekilen ilk Kürtçe Drama dizisi olan Siya Mem-u Zin'in galası bu akşam 19.30'da Ankara Rixos Grand Otel'de yapılacak. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin'in ev sahipliği yapacağı Gala'ya Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kalkınma Bakanı Dr. Cevdet Yılmaz'ın yanı sıra çok sayıda milletvekili, işadamının da aralarında bulunduğu geniş bir katılım bekleniyor.

DİZİNİN HİKAYESİ NE?


Siya Mem-u Zin feodalitenin kıskacında bir aşkın hikâyesini anlatıyor. Hani'nin 1694 yılında tamamladığı eser, adını 1450'de Cizre'de yaşanmış aşk hikâyesinin erkek kahramanı olan Mem ve onun sevgilisi olan Zîn'in isimlerinden alıyor. Hani, eserinde dönemin sosyo kültürel, siyasi ve günlük yaşamına, gelenek ve göreneklerine dair motifler de barındırıyor.

TÜRKÇESİ DE YAYIMLANDI

Ahmet Hani'nin ünlü eseri Mem-u Zin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Kürtçe'den Türkçe'ye çevirtip yayınladığı ilk eser olma özelliğine de sahip. Günümüze uyarlanan dizinin yapımcılığını Aytekin Mert, yönetmenliğini ise Yusuf Güven yapıyor.

Başrollerini Cem Kurtoğlu, Süleyman Karadağ, Bilal Yörük ve Yaprak Durmaz'ın paylaştığı dizi de Mem İstanbul'da mühendislik okuyan bir genç, Zin ise eğitimli ve çok iyi at binebilen bir kızı canlandırıyor.

Seyirci bu dizi de Mem'de; doğruluğu, dürüstlüğü, aşkı, Zin'de; şefkati, fedakarlığı, asiliği, Tacdin'de; dostluğu, mertliği, kardeşliği, Siti'de; yardımseverliği, iyiliği ve merhameti bulacak.

Dizi Hacker'ı Yakayı Ele Verdi



İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nca hazırlanan iddianamede, Ay Sanat Prodüksiyon ve Yapım A.Ş ile Ay Film Yapım Ltd.’nin Ezel, Yaprak Dökümü ve Fatmagül’ün Suçu Ne dizilerinin yapımcıları oldukları belirtildi. İnternette “stillborn” takma adını kullanan Emre Ö’nün yapımcı şirketlerin bilgisayar sistemlerine yasal olmayan yollarla erişim sağladığı ileri sürüldü. Şüphelinin Ezel dizisinin çekilen bölümlerine ait maliyet raporlarını, Yaprak Dökümü dizisine ait son bölüm özetini ve Fatmagül’ün Suçu Ne dizisinin oyuncularına ait isim ve telefon listesiyle senaryo bölümlerini alarak başka bir sitede yayımladığı öne sürüldü.

‘Veri hırsızlığı yapmadım’

Şüpheli Emre Ö. Savcıya verdiği ifadesinde, sözkonusu yapımcı şirketlei tanımadığını, isimlerini ilk kez duyduğunu belirtti. Emre Ö. Stillborn rumuzunu msn adresinde kullandığını, internette stillborn diye arama yapıldığında kendi isminin çıktığını, ancak kesinlikle bu şirketlerin bilgisayar sistemlerine girerek hırsızlık yapmadığını söyledi. Ancak savcılık, Emre Ö. Hakkında “bilişim sistemini engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme” suçundan 6 aydan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. Şüpheli önümüzdeki günlerde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanacak.

Canlı Yayın El Yordamı Silikon Sansürü



Önce Var mısın Yok musun, ardından da Survivor yarışmalarıyla adını duyaran Merve Oflaz’ın, önceki akşam Okan Bayülgen’in Disko Kralı programında giydiği derin dekolteli kıyafeti olay oldu!

SİLİKON İDDİASINA GÖĞSÜNÜ SiPER ETTİ


Göğüsleri için internette yapılan 'silikonlu' yorumları Oflaz’ı çileden çıkardı: “Şu silikon muhabbeti artık kapansın. Survivor’ı izleyenler bilir! Silikon yaptırmama gerek yok! Yaptırdıysam yaptırdım derdim.”

Bilal Özcan: Kenan ve Beren Evlenemez

Gönderen: Maykıl on 27 Şubat 2012 Pazartesi | 08:40



Bugün Gazetesi Magazin Servisi Müdürü Bilal Özcan'ın Kenan Doğulu Beren Saat aşkıyla ilgili işte o yazısı...

Kenan'la Beren evlenemez çünkü...

Kayseri'den okurum İffet Hanım e-mail yollamış soruyor:

"Bilal Bey Kenan Doğulu ve Beren Saat ilişkisine ne diyorsunuz?"

Oldum olası, okurun 'kaşıyan'ını severim.

Okur dediğin meraklı olacak.

Her konuda sorgulayacak.

Olayların perde arkasını, 'niye'sini, 'nasıl'ını soracak.

Sadece geçmişi ve bugünü değil, geleceği de merak edecek.

Yazarı düşünmeye itecek, yoruma zorlayacak.

Ben böyle okura değer veririm.

O, tek bir kişi de olsa, arzusunu yerine getiririm.

Nitekim bu yazı, Kayserili okurumun isteği üzerinedir.

Ancak bilirim ki konu, magazini takip eden her meraklı Türk evladının ilgi alanına girmektedir.

Öncelikle 'hayırlı olsun' diye başlamalıyım.

Ve Allah 'devamına erdirsin' diye sürdürmeliyim.

Ümit ederim onlar da sürdürmeyi başarırlar.

Ancak; heyhat!

Ümit ederim ama sanmam.

Tanıdığım Kenan Doğulu bu ilişkiyi asla evliliğe kadar götürmez.

Neden mi?

Cevabı çok basit.

Kadınlar buna asla müsaade etmez.

Beren'i annesiyle de tanıştırmış!

Zaten pek bilinmez ama Kenan Türkiye'nin Don Juan'ıdır.

Yani kadınları en kolay etkileyebilen, en çok bayan arkadaşı olan erkeği.

Aslında onlar 3 kişiydi.

Diğer ikisi yarışta çok geride kaldı.

Okan Bayülgen evlendi ve yarıştan çekildi, Beyaz yaşlandı eve kapandı, meydan Kenan Doğulu'ya kaldı.

Kenan'ın bilinen sevgililerini saymak bile, onun kadınlar tarafından ne kadar çok sevildiğini göstermeye yeter...

İsterseniz listeyi bir hatırlayalım:

Nigar Talibova, Aslı Berker, Tuğçe Kazaz, Ebru Destan, Naz Elmas, Tuba Ünsal, Berrak Tüzünataç, Sanem Çelik, Ebru Akel, Zümre, Selin Ortaçlı, Serap Poyraz, Çağla Şıkel, Jessica Champel.

Bunlar sadece bilinenler.

Bir haber okudum çok güldüm.

Kenan'ın annesi Serpil Hanım demiş ki:

"Kenan bizi tanıştırdı, Beren'i çok sevdim."

Güldüm çünkü acaba Beren Saat, Kenan'ın annesiyle tanıştırdığı kaçıncı sevgilisi?

Ah, Don Juan ah!

İşte Öcalan'ın yakalanış süreci



28 Şubat: Son Darbe belgeseli, yine çok konuşulacak bir bölüme imza attı.

Mehmet Ali Birand'ın sunumuyla ekrana gelen 28 Şubat: Son Darbe belgeseli, yine çok konuşulacak bir bölüme imza attı.

CNN Türk'te ekrana gelen belgeselin dün akşamki bölümünde, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Kenya'da yakalanması ve Türkiye'ye getiriliş süreci anlatıldı.

HER ŞEYİ ABD PLANLADI

Birand'a göre Abdullah Öcalan'ın yakalanma süreci CIA'nin Ankara'daki istasyon şefinin, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'u ziyaret etmesiyle başladı. CIA'nın Ankara'daki istasyon şefinin dönemin MİT Müsteşarı Atasagun'a cebinden çıkarıp verdiği A4 kağıdında Apo'nun nasıl yakalanacağı hakkında her detay yazıyordu. Amerika her şeyi hazırlamış ve MİT'e sadece kağıtta yazanları uygulamak kalmıştı.

Roma'da PKK liderinin kaldığı villaya karşı saldırıyı planlamaktan, Kenya' dan Türkiye'ye getirilişine kadar her aşama MİT'in denetiminde geliştiğinin anlatıldığı belgeselde , Amerikan'ın Öcalan'ın adil bir mahkemede yargılanmasını ve yolda bir kazaya uğramaması istediği de Birand tarafından açıklandı.

MİT'İN TEK GÖREVİ ZARFI TESLİM ALMAKTI

İddialarını üst düzey yetkililerin açıklamalarına dayandıran Mehmet Ali Birand, "Öcalan'ın yakalanmasında ve Türkiye'ye teslim edilmesinde tek başına bir tek ülke rol oynadı. O da Amerika'dır. MİT postacı gibidir. Kendisine teslim edilen zarfı, MİT İmralı'da askere uzatmıştır. Ve hikaye böylece bitmiştir" dedi.

Kızlara ne olacak?



TÜSİAD'dan sonra Güler Sabancı da 8 yıl kesintisiz eğitimin kaldırılmasına karşı çıktı

TÜSİAD'dan sonra Güler Sabancı da 8 yıl kesintisiz eğitimin değiştirilmesine karşı çıkanlar arasındaydı. Vatan gazetesinin 'kızlara ne olacak?' başlığıyla manşetine taşıdığı haberin detayları ise şöyle;

4+4+4 TEKLİFİ

4+4+4 kesintili eğitim çocuk gelinleri artırır. Kaygılıyım' dedi.

Zorunlu eğitimi kesintili olarak 12 yıla çıkaran '4+4+4' teklifine iş dünyasının üd kadın patronundan art arda eleştiri geldi. TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'in "İlk 4 yılın ardından kızların okula devamları açısından endişeliyiz" açıklamasına dün Güler Sabana destek verdi.

KESİNTİ ZARAR VERİR

Tasarının henüz yasalaşmadığını vurgulayan Sabana "Kaygı şudur; 4 yıldan sonra bir kesinti, çocuk gelinler ve çocuk işçileri artırır. Zaten kızlarda okullaşma oranı ilköğrenimde yüzde 98.4'ten ortaöğrenimde yüzde 66'ya düşüyor. Bir daha düşünmek gerek" dedi.

BÜTÜN KIZ ÇOCUKLARI 12 YIL OKUYACAKLAR

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, 4+4+4 kesintili eğitimle ilgili endişelerin yersiz olduğunu savundu

TÜSÎAD Başkanı Ümit Boyner:

"Teklifte, ilköğretimi iki kademeye ayırma ve ilk kademe sonrasını açık öğretimle ilişkilendirme yönündeki düzenlemelerin özellikle kız çocuklarının eğitime katılım ve okula devamlan açısından yaratabileceği sakıncalar aynca endişe vericidir. Bunun yanında, ilköğretim birinci kademeden ikinci kademeye geçişin yeni bir merkezi sınav modelini beraberinde getirip getirmeyeceği de belirsizdir."

Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı; " Kaygı şudur; 4 yıldan sonra bir kesinti, çocuk gelinler ve çocuk işçiler. Bu konuda kaygı var. Bunlan artıracak diye kaygı var. Çünkü zaten bunlar bir sorunumuz. Bunlan yenmeye çalışıyoruz; çocuk gelinleri ve çocuk işçileri. Ben bu kaygının ve tartışmanın sağlıklı olduğuna aynca inanıyorum. Bunun dikkate alınacağını umuyorum.

Henüz kanun tasarısı alt komisyonlarda görüşülüyor. Dolayısıyla ilgililerin bunu dikkate alacaklarını umuyorum. İlköğrenimde yüzde 98,4 erkekte ve kız çocuklannda okullaşma. Ancak ortaöğrenimde düşüyor bu. Erkek çocuklarda yüzde 69'a, kız çocuklarda yüzde 66'ya düşüyor.


Dolayısıyla ilerlemesi gereken daha orada bir yer var, kazanılması gereken. Burada bir değişikliği şu anda biraz erken buluyorum açıkçası.Ama bütün bu tartışmaların da sağlıklı bir yere bağlanacağını umuyorum."

CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan;

"Okul öncesi eğitimin 444 içinde olmasını ve kesintisiz olmasını istiyoruz.

Zorunlu eğitimin kesintili hale getirilmesi, çocuk sömürüsüne yol açar, çocuk gelin trajedisi yaşanmasının önünü açacak, bunlan daha da kolaylaştıracaktır. 9-10 yaş, bir çocuğun torna tevsiye gibi meslek okullarında eğitim kararı vermesi için çok erkendir.


En önemli konu; kız çocukların istismarı, eve kapatılmasının bir ön adımı olacağmdan endişe duyuyoruz. Bunun için İçtüzüğün bize verdiği tüm imkanlan zorlayarak bu konudaki düzenlemeleri daha kabul edilebilir, kesintisiz hale getirmeye çalışacağız. 4. yıl kesintisini kabul edilemez olduğunu anlatacağız."

Özkök Çölaşan'ı bu tarihle vurdu



Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan ile girdiği polemiği yeni bir iddiayla devam ettirdi

Ertuğrul Özkök darbe konusunu 2 Ekim 1999 günü köşesinde yazdığını ancak köşeleri sıkı takip eden Çölaşan'dan yalanlama gelmediğini iddia etti.

Ertuğrul Özkök önceki gün, Emin Çölaşan'ın dönemin Genelkurmay ikinci başkanı Çevik Bir'e "Darbe yapacak mısınız?" diye sorduğunu iddia etti. Emin Çölaşan ise "silah kullanır mısınız?" diye cevap verdi.

1999'DA NEDEN YALANLAMADI?

Kendisi hakkında sert ifadeler kullananan Çölaşan'a yanıt gecikmedi. Özkök bugünkü köşesinde Çölaşan'ın tepki gösterip yalanladığı o görüşmeyi 1999 yılında yazdığını ancak hiç bir tepki almadığını iddia etti. İşte Özkök'ün yazısı:

POLEMİK yapmayı sevmem.

Hele hele Emin Çölaşan gibi bir yazarla polemik yapmayı hiç istemem.

Onun kullanabileceği keskin sıfatlar, vurduğu zaman yıkan zamirler, yapıştırdığı o narin etiketler, lakaplar...

Nerde bende o kabiliyet... Kaybedeceğim kesin bir kavgaya girip kafamı, gözümü yardırmayacak kadar hayat bilgisi dersi aldım.

Mehmet Ali Birand'ın 28 Şubat dizisinde, geçmişe ait bir olayı anlattım.

Genelkurmay'daki bir brifingden sonra Emin Çölaşan'ın Çevik Bir'e sorduğu bir soruyu aktardım.

Emin, askerlerin müdahale edip etmeyeceklerini sormuştu.

Çevik Bir de, "Ne diyorsunuz Emin böyle bir şey mi olur" demişti.

Bence ne soruda, ne de cevapta büyütecek bir şey vardı.

O gün hepimiz gazeteci olarak merak ettiklerimizi sorduk.

Gazeteci sormuş, asker de hayretle karşılamış, yok böyle bir şey demişti.

Çölaşan dün beni yalanlamış, yalanlarken de bir güzel saydırmış.

Mesele değil, onun üslubuna, sadece ben değil, artık bütün Türkiye şerbetli...

Söyleyen, söylenenin de değerini tayin ettiği için, bakıp geçiyoruz işte...

Tabii benim de kendi üslubumla söyleyecek birkaç lafım var.

13 YIL NİYE BEKLEDİN?

Emin Kardeşim;

Bu yalanlama biraz geç olmadı mı?

Geç derken de 13 yıl falan bir gecikme demek istiyorum...

Herhalde unuttun; ben bu sohbeti, 2 Ekim 1999 günü Hürriyet'teki köşemde yazdım.

O günlerde ne senin, ne başka birinin bir itirazı oldu da ben mi üç maymunu oynadım?

Görmedim, işitmedim, duymadım...

Sen ki, benim her yazımı, ertesi gün, kendi deyişinle "geçirmek" için didik didik okursun.

Hatta Uğur Mumcu yazısında olduğu gibi, ekrandan okuyup, bana aynı gün "geçirdiğin" bile olmuştur.

Şimdi sakın bana "O yazıyı görmemişim" deme.

* * *

Emin Kardeşim;

Gazetecilikte bir kural vardır.

Beş gün sonra gelen yalanlama, doğrulamadır.

Seninki 13 yıl sonra geldi...

Haksız mıyım kardeşim.

NOT: O günkü yazımda, Çevik Bir'in dolaylı bir cevap verdiğini yazmışım. Ama soruya çok şaşırdığını ve "Bu nasıl soru" dediğini çok iyi hatırlıyorum.

- Yazının iki yerinde "Emin" diye hitap ettim. Yazılarımda, insanlara genellikle soyadları ile hitap ederim. Çölaşan genellikle birinci isimleri kullanır. O bunu, insanları aşağılamak için kullanır. Benim öyle bir amacım yoktu.

Hakan Şükür'den eleştirilere yanıt



Hakan Şükür kendisine yapılan eleştirilere canlı yayından böyle cevap verdi...

Muhalefeti kendisi üzerinden gündemi meşgul etmekle suçlayan Hakan Şükür, medya mensuplarının aldığı ücreti abartmasını da kıskançlığa bağladı.

Samanyolu Haber kanalında yayınlanan 'Günlük' programına konuk olan Eski Milli futbolcu ve milletvekili Hakan Şükür, özel bir televizyon kanalında futbol yorumculuğu yapması üzerinden yapılan eleştirilerle ilgili önemli açıklamalarda bulunarak yaptığının etik olmadığı yönündeki iddiaları cevapladı. İşte muhalafetin hedefindeki Şükür'ün sözleri:

GÜNDEMİ MEŞGUL ETME AMACI

Özel bir kanalda bu işi yapıyorum. Netice itibariyle hafta sonları geç vakitte başlayan bir program bu. Meclis kürsüsünden sanki genel kurulu bundan dolayı aksattığıma yönelik devamsızlığılma ilgili şeyler söyleniyor. Bunların tamamı yalan ve iftiradır. Sadece o an için söylenip gündemi meşgul etmek aynen Meclis'i çalıştırmamakta olduğu gibi bizim üzerimizden siyaset anlayışı var. Devamsızlığı olmayan ki mazeretin sınırı yok Meclis'te. Oranın idari bölümleri karar verebilir. Kimse bu konuda bilgi verme şahsına sahip değildir. Hatta bunları söyleyenden daha fazla devamlı olduğum gerçeği vardır.

FUTBOLUN SEVDALISIYIM

Para konusuna gelince karşılığında bedel alıyorum. Ama söylenen rakamlar konusunda açıklama yaptım. Eğer çalıştığım kanalda ispatlanırsa ben bunu paylaşmaya hazırım. Rakamlar abartılı çok gereksiz. Daha önce TRT'de de yorumculuk yapmıştım. Orada ortaya çıkanlar arz talep meselesidir. Futbolun içerisinden gelmiş bu konuda fikirlerimi seviyeli, her takıma eşit uzaklıkta söyleyebilme adına bu teklifi aldım. Netice itibariyle yasal da sorun olmadığı vakıf olunca, sözlü olarak alıp böyle bir şeye başladık.

KISKANANLAR MUTLAKA OLACAKTIR

Bundan sonrası lafı güzaftır. Kıskananlar mutlaka ki olacaktır. Bilhassa medya mensupları. Biliyorsunuz bu piyasa dar bir piyasadır. Zaten sporun futbolun içinde bulunduğu çok net biliyoruz. Bir nevi bir çoğu da bu ortamın içerisinde. Bunları yaşamış insanlardır. Abartarak söylenmesinin sebebi gerçek anlamda ne aldığımın bilinmek istenmesidir.

Orçun performansıyla göz doldurdu



Yalan Dünya'nın Orçun'u, dünkü bölümde gösterdiği performansla yine göz doldurdu

Kanal D'de ekrana gelen Yalan Dünya adlı dizide Orçun karakterini canlandıran Bartu Küçükçağlayan yine dizinin en çok konuşulan ismi oldu.

BEŞİKTAŞ'IN İLK 11'İNİ SAYDI

Dizinin dün gece ekrana gelen bölümünde, anne ve babasına yönelik oynadığı oyun gereği hastalanan Orçun, doktar kılığındaki Bora'nın sorusu üzerine tek seferde Beşiktaş'ın ilk 11'ini saydı.

TWITTER'DA GECENİN KONUSU

Orçun'un dünkü bölümdeki performansı Twitter'da da gecenin konusu olurken, canlandırdığı karaktere getirdiği yorum için ünlü oyuncuya tebrik yağdı.

Adnan Hoca kızları coşturdu



Adnan Hoca müziğin ritmine kendisini kaptırdı ve güzel kızlarla oturduğu yerden böyle dans etti

A9 TV'de yaptığı sohbetlerle adından sık sık söz ettiren Adnan Oktar, programına aldığı kadın konuklarla da hayli ilginç anlar yaşıyor.

Dini kimliğiyle öne çıkan hoca bu kez yapığı müzik şovla gündemde. Son programında çalan müziklerle Adnan Oktar hem çoştu hem de çoşturdu.

Yabancı müzik açan Hoca, güzel bayanlarla birlikte kendisini müziğin temposuna kaptırdı. El hareketleriyle müziğe uyan Oktar ve yanındaki kızların hareketleri gece kulüplerini aratmadı.

Ali Bayramoğlu cemaat düşmanı mı?



Zon günlerde Gülen cemaatine yönelik eleştirileriyle dikkat çeken Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, sözlerinin çarpıtılmasına isyan etti

MİT kriziyle birlikte Gülen cemaatine yüklenen yazar Bayramoğlu, kamuoyunun en çok konuştuğu isimlerin arasında geliyor. Cemaatin emniyetçi bir bakışa büründüğünü düşünen yazar, cemaatin politik bir güç gibi davranmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti.

Bayramoğlu'nun konuyla ilgili arka arkaya yazdığı yazılar büyük yankı uyandırdı. Ulusalcı ve muhafazakar kesimler bu yazıları kendi bakış açılarıyla yorumlayınca, Bayramoğlu çileden çıktı. Kendisi hakkında "tuzak kuran, ortalığı karıştıran adam, cemaat düşman" diye bahseden Ahmet Taşgetiren, yazarın hedefindeydi. Bayramoğlu, bugünkü köşesinde hem ulusalcılara hem de yazara çattı:


İŞLERİNİZE GELİRSE DEMOKRAT İLAN EDERLER


"Sizin doğru bildikleriniz bazen eteği düşük adamların işine yarayabilir ve kullanırlar. Çarpıtmak ucuzluktur, ahlak dışıdır, ancak sizin açınızdan, şerh düşmek dışında yapacak pek bir şey yoktur, siyasi alanda yorum yapmak bunu sindirmeyi gerektirir...

Taşgetiren gibilere gelince... Orada ve onlar açısından işin daha vahim olduğunu söylemek isterim... Şöyle:

Hayatı sadece "taraflar"dan ibaret olarak algılayanlar, ilke torbasından her daim kendi çıkarlarına uygun alet arayanlar, eleştirel duruşları, ilkesel bakışı anlamakta zorlanırlar, hatta bundan tiksinirler. Söyledikleriniz işlerine gelirse sizi "demokrat" ilan ederler, hatta 28 Şubat'ta olduğu gibi "arkanıza" saklanırlar. Bakış ve duruşlarıyla ters düşüyorsanız, "sözde demokrat" olmakla kalmazsınız, fitneci olmaya gider isminizin başına eklenecek sıfatlar..."

TAŞGETİREN SORUNLU SORULARI BESLİYOR


Bayramoğlu'nun eleştirileri bununla sınırlı değildi. Taşgetiren ile yeni bir polemiğe meydan verecek ifadeler kullandı. Çifte standart yapmakla suçladığı yazara 28 Şubat ve misyonerlik tartışmalarıyla yüklendi. Bayramoğlu yazısını şöyle sürdürdü:

"Bir dönem misyonerlik faaliyetleri ve tehlikesi iddiaları ortaya atılınca, pek eleştirdiği MGK'ya yönelerek "hemen bu meseleye el atın" diyen yazılar yazmaktan geri kalmamış biridir. Bu yazar bugün yazdığı gazetenin temsilcisi Adem Yavuz Arslan'ın "Bi Ermeni var" kitabına bir göz atsa, misyonerlik üzerinden Dink'in öldürülmesine kadar giden derin bir operasyonundaki dolaylı yerini de görür, ama...

YENİ İKTİDAR OCAĞI HAK GASPEDİYOR


Bu tür insanların bakışları "sorunlu soruları" besler... O zatın da sorduğu "ne değişti de böyle yazılar yazıyor bunlar" sorusu örneğin... Yanıtı 28 Şubat örneğiyle verelim... 28 Şubat'ta karşısında durduğum insani, hukuki, evrensel değerleri tahrip eden bir iktidardı. Destek verdiğim ise bu iktidarın imha etmeye çalıştığı toplumsal-kültürel bir varlıktı. O varlığın politikalarını değil, yaşam hakkını savundum, o günlerde.

Peki bugün? Bugün yeni bir iktidar odağı oluşuyor, hak gasp ediyor, baskı kuruyor... Bugün de ona itiraz ediyorum. Taşgetiren, örneğin, dün mağdurdu, yanında durdum... Bugün tahrip edici yeni bir iktidarı temsil ediyorsa karşısında olurum... Bu kadar basit..."

POLİTİK GÜCE DÖNÜŞÜYOR
Bayramoğlu son olarak cemaat tartışmalarına değindi. "Cemaat Türkiye'de İslami hareketin modernleşmesinin, İslam ile Batı, İslam ile teknolojinin bir tür sentezinin ve yeni Türk muhafazakârlığının köklerinin oluşmasına bir aracı oldu, hâlâ da öyle" diye yazan Bayramoğlu, ardından neden cemaati eleştirdiğini anlattı:


"Bugün sorun bu dokunun cemaat olma sınırlarını aşması, politik olarak aktif hale geçmesi, iktidarlaşmasıdır. Bir yerden sonra sosyolojik örüntünün gölgede kalmasıdır. Gülen cemaatinin milyonlarca üyesi var, pek çok insan bu olaylardan tümüyle uzak, hizmet uğruna malını, mülkünü veriyor, bu meseleyi evladından bile öne alıyor. Ve bu insanların siyasi gelişmeyle, meşruiyet sınırının aşılmasıyla, bunların iç öyküleriyle ilgileri, ilişkileri ve bu konuda bilgileri yok... Bu sınır meselesi ve yukarıda söylenen ayrımlar sadece Türkiye için değil, o cemaat, o insanlar için de önemlidir.

Şunun farkına varmalı cemaat üyeleri: güçlenme, yayılma, özellikle güvenlik birimleri ve stratejileriyle yapılmaya başlanmışsa, o strateji ve uygulamalar cemaati kontrol etmeye başlarlar. Ve cemaat polis mantığına, polise, güvenlikçilere teslim olur... Buradan geri dönmek toplumsala ve meşruya dönmektir... Şeffaflık da budur..."

Ertem Şener Beyaz'a kız isterse...



Başarılı futbol spikeri Ertem Şener konuk olduğu Beyaz Show'da izleyenleri kahkahaya boğdu

Başarılı futbol spikeri Ertem Şener, dün gece konuk olduğu Beyaz Show'da Beyazıt Öztürk'ün hazırladığı bir skeçte rol aldı.

Beyaz'a kız istemeye giden Ertem Şener, kız isteme merasimini futbol maçı anlatır gibi gerçekleştirince izleyenler kahkahalarına engel olamadı.

Akif Beki'den hakim ve savcılar



Akif Beki özel yetkili mahkemeleri sorguladığı yazısında çarpıcı eleştiriler yaptı: Yarın hesaplaşmamız gereken yeni travmalara göz mü yumalım?

Radikal yazarı Akif Beki son yıllara samgasını özel yetkili mahkemeleri topa tuttuğunda yazısında çarpıcı eleştiriler getirdi.

Beki, İstiklal mahkemelerinden sıkıyönetim mahkemelerine oradan DGM'lere varan tarihi sürecin ürettiği travmalar ortada dururken bugün de özel yetkili mahkemelerin bezner travmaları yarattığını söyledi.

ZULMÜ NİYE ALKIŞLADINIZ

Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu, Ahmet Şık, Nedim Şener gibi tutuklamaların, Genelkurmay Başkanı ve MİT müsteşarının 'Terör örgütü kurup yönetmekle' itham edilmesinin, Hrant Dink davasında ise örgüt bulamamanın birer özel yetkili mahkeme icadı olduğunu kaydeden Beki sözünü esirgemiyor:

"Bugünün tarihi yazılırken kara kaplı arşivlerimiz de açılacak. Siyasi cinayetin örgütlü suça sokulamadığı yerde kitap yazanlar suç örgütüne karışmaktan içerideydi, Hadi ödlekçe sustunuz, hadi korkudan sesiniz çıkmadı, fakat zulmü ne diye alkışladınız" denilmeyecek mi?

YENİ MAĞDURİYETLER EKLENİYOR

Akif Beki "Bugünün zaferleri, yarının travmaları" başlıklı yazısında şöyle devam ediyor:

.... 80 yıl önce açılmış yaraları sarmaya uğraşıyoruz hâlâ. Eskileriyle baş edemezken, travmalara yeni travmalar, mağduriyetlere yeni mağduriyetler eklemek hangi akla hizmettir?
Özel yetkili yargı kurumu, tartışmalı birçok karara imza attı. Görev kusuru, yetki aşımı, görevi kötüye kullanma ve benzeri suçlara konu olabilecek pek çok eylem, örgüt suçu kapsamına sokuldu, Eski bir genelkurmay başkanı, terör örgütü kurup yönetmekten tutuklu.

Örgütlü suçun sınırları muğlak, nerede başlayıp nerede bittiği savcıların insafına terk edilmiş.
Cüppeli Ahmet bile fuhuş yahut ahlaki düşkünlükten yatıyor değil. Örgütlü kadın ticareti yapmakla, fuhuş organizasyonu kurup yönetmekle suçlanıyor.

En son MİT de terör örgütü kurup yönetme ithamına maruz kaldı, Ahmet Şık la Nedim Şener karalama kitabı yazmaktan yargılanmıyor. Üzerlerine atılı suçlama, doğrudan çete üyeliği.

HRANT DİNK OLAYINDA İŞ DEĞİŞİYOR

Çete suçlamaları çığırından çıkmışken, sıra Hrant Dink cinayetine gelince iş değişiyor ama. Tetikçinin arkasında bir örgütün varlığına dair kanıt bulunamıyor. Diğer davalardaki aşırılıklardan kaçınılıyor burada. Hukuk zorlanmıyor, kanunlar aleyhte yorumlanmıyor, Fikir yürütme, yorumla sonuç çıkarma, akli delil geliştirme gibi mantık yöntemleri Dink davasında geçersiz. Mahkeme sağlam kanıt istiyor. O da dosyada yok. "Mantıksal yorumla terör örgütü suçundan mahkûmiyet kurulması ceza hukukunda mümkün değildir" diyor gerekçeli karar.
Hâkimler "Örgüt olmaması akla uzak ama somut delil sunulamadı. Şüphe, sanık lehine yorumlanır, biz ne yapalım" kaziyesine göre hüküm veriyor.

BU BENİM SINAV SORUM

KCK soruşturmasında tutuklanan yazar, çizer ve aydınların lehine yorumlanmamıştı fakat o şüphe. Özel yetkililere tanınmış geniş takdir hakkına örgütlü suç tanımındaki belirsizliklerin de eklenmesi, sayısız keyfi sonuç doğurdu böyle, Türkiye çetelerden arındırılırken, bağırsaklar temizlenirken yapılan yanlışlar, yeni mağduriyetlere kapı açtı.
Bugün bir 'özel hukuk' geçmişi inşa ediliyor. Gayesi ulvi, amacı yüksek diye, yarın hesaplaşmamız gereken yeni travmalara göz mü yumalım? İşte bu benim sınav sorum. Peki siz, kendi sorunuza cevap hazırlayabildiniz mi bu arada?

Olay Haberler

olayhaberler.com

Diğer Haberler

Spor

Copyright © 2012. Fiber Haber - All Rights Reserved. Blogger tarafından desteklenmektedir.
 
Copyright © 2012. Fiber Haber - Tüm Hakları Saklıdır
Powered by Blogger | Sitemap | Ping | Olay Haber | Spor