Son Dakika :
Kültür Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kültür Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Oscar heykelcikleri, 3 milyon dolara satıldı

Gönderen: Unknown on 1 Mart 2012 Perşembe | 08:26



84. Oscar Ödülleri töreninden iki gün sonra Nate D. Sanders müzayede evinde düzenlenen açık artırmada, toplam 3 milyon dolara satılan heykelcikler, şimdiye kadar satışa çıkarılan en büyük Oscar Ödülü koleksiyonunu oluşturuyordu.

Herman Mankiewicz'in "Yurttaş Kane" filmiyle 1941 yılında aldığı "En İyi Senaryo" Ödülü, 588,5 bin dolara alıcı bulurken 1941 yılında "Vadim O Kadar Yeşildi Ki" filmine verilen "En İyi Film Ödülü", 274,5 bin dolara satıldı.

1933 yılında "Süvari" filminin kazandığı "En İyi Film" ödülü ise, 332,1 bin dolara alıcı buldu.

Norman Taurog'un 1931'de "Skippy" filmiyle kazandığı "En İyi Yönetmen" ödülü 302 bin dolara, Ronald Colman'ın 1947'de "Çifte Hayat" filmindeki rolüyle aldığı "En İyi Erkek Oyuncu" ödülü 206,2 bin dolara ve Charles Coburn'un 1943'te "The More the Merrier" filmiyle kazandığı "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" ödülü de 170,4 bin dolara satıldı.

Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi, Oscar heykelciklerinin satışına izin vermiyor. Açık artırmadaki ödüller, 1950 yılında yürürlüğe konan ve Oscar ödüllü sanatçıların ödüllerini 1 dolar karşılığında sadece Akademi'ye satabileceğine dair anlaşmadan önce dağıtıldığı için satışa çıkarıldı.

Akademi, açık artırmayla ilgili yaptığı açıklamada, heykelciklerin satışından büyük üzüntü duyduğunu, ancak satışı durdurmak için elinden bir şey gelmediğini kaydetmişti.

Ünlü yazar, yönetmen ve oyuncu Orson Welles'in 1941 yılında "Yurttaş Kane" filmiyle kazandığı "En İyi Senaryo" ödülü, geçen yıl 861 bin dolara satılmıştı. 1999 yılında ise Michael Jackson, "Rüzgar Gibi Geçti"nin yapımcısı David O. Selznick'in kazandığı Oscar ödülü için 1,5 milyon dolar ödemişti.
AA

Can Yücel'in hayatı 'can'landırılıyor



Türkiye tiyatrosunun büyük ustası Genco Erkal tarafından sahneye uyarlanan “Can” oyunu, mart ayında da sanatseverleri görsel bir şölene davet ediyor. Tiyatro Kumpanyası’nın hazırladığı oyun, Mehmet Güleryüz’ün özel olarak tasarlanmış desenleri ve Ayça Kocatürk’ün müzikleri ile sanat dallarını aynı sahnede birleştiriyor.

Çağının önde gelen şairlerden olan Can Yücel’in hayatı, Kemal Kocatürk tarafından yönetilen “Can” oyunu ile mart ayında da farklı sahnelerde hayat bularak izleyicilerle buluşmaya devam ediyor. Kemal Kocatürk’ün oyunculuğunu da üstlendiği “Can”, Türkiye’nin son kırk yıl içerisinde geçirdiği değişimi Can Yücel’in şiirlerinden yola çıkarak anlatıyor.

Oyunun müzikleri Ayça Kocatürk tarafından yapılırken, çevre düzenini Sırrı Topraktepe üstleniyor. Ayrıca, Mehmet Güleryüz’ün 16 video deseni de oyuna müthiş bir derinlik ve görsellik katıyor. Doğumundan, Adana Cezaevi yıllarına ve Datça’ya uzanan hayat hikâyesini kapsayan “Can” oyunu 3 Mart tarihinde saat 20:30’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde, 5 Mart saat 20:30’da Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde, 13 Mart saat 20:30’da ise Enka İbrahim Betil Oditoryumu’nda, 18 Mart saat 18:00’de Ortaköy Afife Jale Sahnesi’nde, 24 Mart saat 20:30’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde ve 31 Mart saat 20:30’da Akatlar Kültür Merkezi’nde izlenebilir.

Tufan Gündüz: Tarih hakkıyla bilinmeli



Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’nde düzenlenen ve yoğun katılımın olduğu “Aydos Okuma Kulübü Okur-Yazar Buluşmaları”nın bu ayki konuğu Prof. Dr. Tufan Gündüz oldu.

Tufan Gündüz, tarihi olayların unutularak yok olmasının önüne ancak roman, hikâye ve sinema filmleri ile geçilebileceğini, bu yolla tüm bunların gelecek kuşaklara aktarılabileceğini söyledi.

Yazar, “24 Nisan 1915 sabahı İstanbul’da çalınan kapılar, 25 Nisan 1912 sabahı Gelibolu’ya yağan bombalar ve kurşunlar, bu mücadelenin içindeki cesur ve dirayetli insanların hüzünlü romanı…” diye özetlediği “Nisanın 2 Günü” romanından bahsetti.

Karşılıklı soru ve düşüncelerle sohbet havasında geçen programda Gündüz, kitap-insan ilişkisi ve okuma sevgisi üzerine fikirler verirken tarihi olaylara değindi.

Tarihi değerlerin geleceğe taşınmasının önemini vurgulayan Gündüz, Malazgirt ve Sakarya savaşı gibi olayların unutulmaya ve yok olmaya mahkûm edilmesinin kabul edilebilir bir şey olmadığının altını çizerek, “Bugün Çanakkale hakkında bir şeyler yazıp çizebiliyorsak bu usta şair Mehmet Akif Ersoy sayesindedir” şeklinde konuştu.

Program sonunda tüm katılımcılara Prof. Dr. Tufan Gündüz’ün bir kitabı hediye edildi.

Altın Portakal Amerika’da!



Altın Portakal Film Festivali adına ödülü almak üzere Festival Genel Koordinatörü Göksel Kumsal, 24 Şubat'ta Los Angeles'ta gerçekleştirilen ödül törenine katılırken, Shorts Avards'ın uluslararası ödülü ülke bazında da Türkiye'ye verildi. Ödülü, Türkiye ve Altın Portakal Film Festivali adına Büyükelçi Namık Tan aldı.

ANTALYA DÜNYAYA AÇILIYOR

Altın Portakal Film Festivali'nin ulusal sinemanın görücüye çıktığı en büyük organizasyon olma özelliğini çoktan kazandığını belirten Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı ve AKSAV Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Akaydın, Altın Portakal'ın uluslararası ayağının her geçen yıl üstüne koyarak güçlendiğini, Antalya'nın ve Türkiye'nin tanınırlığını kıtalar arasına taşıyacak noktaya ulaştığını söyledi. Sinemayla ilgili dünyanın önde gelen yayın organlarının Ekim aylarında Altın Portakal ve Antalya'ya sayfalarında genişçe yer verdiklerini vurgulayan Akaydın, Shorts TV ile proje ortaklığının güçlendirileceğini; kısa filme Altın Portakal desteğinin devam edeceğini bildirdi.

OSCAR İÇİN SON DURAK 'SHORTS AVARDS'

Shorts International Genel Müdürü F. Carter Pilcher, Altın Portakal Film Festivali Genel Koordinatörü Göksel Kumsal'a gönderdiği davet mektubunda kısa film yapımına ve Oscar'a aday gösterilen kısa filmlere dikkatleri çekmek için, Şubat ayı başında Oscar töreninin birkaç hafta sonrasına kadar her yıl sinema salonlarında bu filmlerin gösterimlerini yaptıklarını vurguladı.

KISA FİLMİN DÜNYA MARKASI SHORTS TV


Altın Portakal'ın uluslararası alandaki proje ortağı Shorts TV komedilerden gerilim filmlerine, müzikallerden dramalara ve belgesellere birçok değişik türdeki kısa filmi, bir ve yarım saatlik kuşaklar halinde yayınlayan kısa filmlere özel bir televizyon kanalı. Shorts TV'de gösterime giren filmler arasında Oscar ödüllü ve Oscar adayı kısa film ve belgeseller, uluslararası festivallerde gösterilen filmler, en yeni canlandırmalar, dünyanın çeşitli ülkelerinden bağımsız sinemacıların seçkin yapıtları ve yetenekli genç yönetmenlerin ödüllü filmleri yer alıyor.

Türkiye'de yayın yapan, Nisan ayından itibaren Felemenkçe konuşulan Hollanda ve Belçika'da yayına başlayacak olan Shorts TV, Amerika'da AT&T ve DIRECTV, Fransa'da Numericable, Tayvan'da Dish Asia üzerinden yayınını devam ettiriyor. İTunes'ın kısa film ortağı olan Shorts International, 54 ülkeye yayılmış İTunes Film marketlerinde, katalogunda bulunan 500'den fazla filmin satışını yapıyor; bu geniş katalogu kablolu sistemler, uydu ve diğer isteğe bağlı video tedarik eden oluşumlara aktarmak için görüşmeler yürütüyor.
İHA

2011'de en çok bu şarkıyı dinlendik


TTNET açıklamasına göre, TTNET Müzik'te ''2011'in En Çok Dinlenen Şarkısı'' kategorisinde, Ajda Pekkan ''Yakar Geçerim'' şarkısıyla birinci sırada yer aldı.

TTNET Plaza'da gerçekleşen törende, Ajda Pekka'a plaketi, TTNET Genel Müdürü Tahsin Yılmaz tarafından verildi.

Milyonlarca şarkının ücretsiz ve yasal olarak dinlendiği TTNET Müzik'te, ''Yakar Geçerim'' şarkısı tam 5.910.195 defa dinlenerek 2011'in en çok dinlenen şarkısı oldu.

Tahsin Yılmaz, TTNET Müzik'in, müzik dünyası ve dinleyiciler için referans noktası haline geldiğini belirterek,''Eşsiz yorumlarıyla müzik dünyasına büyük katkılar yapan Ajda Pekkan'ı başarısından dolayı tebrik ediyor, hem kendisine hem de son albümünü yayınlayan DMC Müzik'in Genel Müdürü Samsun Demir'e teşekkür ediyorum'' dedi.

AA

2012 TRT Belgesel Ödülleri sahiplerini buluyor



TRT tarafından amatör ve profesyonel belgesel filmcileri desteklemek, çeşitli ülkelerden yüksek nitelikli belgesel filmlerin seyirciyle buluşmasını sağlamak ve yerli-yabancı belgeselcileri buluşturan bir platform oluşturmak amacıyla düzenlenen "2012 TRT Belgesel Ödülleri"nde finale kalan eserler belirlendi. Bu yıl Uluslararası, Ulusal Profesyonel ve Ulusal Amatör Kategori'lerde başvuruda bulunan toplam 340 eserin izleme ve değerlendirmesi Ön Eleme Kurulu tarafından tamamlandı.

Bu yıl dördüncüsü düzenlenen festivale başvuruda bulunan 340 eser arasından "Uluslar arası" kategoride 15, "Ulusal Profesyonel" kategoride 6 ve "Ulusal Amatör" kategoride 14 eser olmak üzere toplam 35 belgesel film ödül kazanmak üzere finale kaldı. Bu yıl rekor sayıya ulaşan başvurular arasına Uluslararası kategoride İngiltere, Hindistan, Hollanda, İran, Filistin, Litvanya, İtalya, Rusya, Ukrayna, Türkiye, İsrail, İspanya, Danimarka, Türkiye-Nikaragua ortak yapımı yer alıyor. Finalist filmlerin yönetmen

katılımlı gösterimlerinin yanı sıra, belgesel konulu söyleşiler ve özel programların yapılacağı etkinlik, TRT Belgesel Günleri olarak, 3-7 Mayıs 2012 tarihleri arasında İstanbul'da gerçekleştirilecek. Etkinliğin son günü olan 7 Mayıs 2012 tarihinde gerçekleştirilecek özel gala programı ve ödül töreniyle TRT Belgesel Ödülleri sahiplerini bulacak.
İHA

Sümela'nın Şifresi Temel'e dava



'Sümela'nın Şifresi-Temel'' filminde oğlunun izinsiz oynatıldığı ve filmde küfre maruz kaldığı gerekçesiyle baba Ömer Usta tarafından Trabzon'un plaka kodu olan '61' bin TL'lik tazminat davası açıldı.

Filmin yapımcısı Adem Kılıç ve oyuncu Salih Kalyoncu hakkında Trabzon 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne 61 bin TL tazminat davası açan Ömer Usta, dava dilekçesinde 12 yaşındaki oğlu Güven Usta’nın kendisinden izin alınmadan filmde oynatıldığını ve kendisine filmde küfür edilmesi nedeniyle mağdur olduklarını belirtti. Baba Ömer Usta dava dilekçesinde, oğlunun kendilerinden izin alınmadan filmde oynatılması ve oğluna hakaret edilmesi gerekçesiyle filmin yapımcısı Adem Kılıç ile filmde ''imam'' rolündeki sanatçı Salih Kalyoncu hakkında 61 bin lira maddi ve manevi tazminata mahkum edilmesini istedi. Dava önümüzdeki günlerde Trabzon 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülecek.

Baba Ömer Usta daha önce filmin yapımcıları hakkında benzer gerekçeyle Trabzon Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu.
İHA

Ceylan’a Dublin’de büyük ödül



Festivali izleyen Dublin Film Eleştirmenleri, İrlanda’nın en önemli uluslararası sanat etkinliğine “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmiyle katılan Nuri Bilge Ceylan’ı, En İyi Yönetmen ödülüne layık gördü. Eleştirmenler, Gareth Evans’ın yönettiği “The Raid”i En İyi Film, “Michael”daki rolüyle Michael Fuith’i En İyi Erkek Oyuncu, “Damsels in Distress”teki rolüyle Greta Gerwig’i En İyi Kadın Oyuncu seçti.

Uluabatlı köylüler 'Fetih 1453'ü izledi



Karacabey ilçe merkezindeki sinema salonuna gelen yaklaşık 150 kişi, filmi topluca seyretti.

Uluabat Köyü Muhtarı Mesut Altınok, yaptığı açıklamada, köylülerin talebi üzerine böyle bir organizasyon düzenlediklerini söyledi.

Altınok, köylülerin özellikle kendi topraklarından çıkan Ulubatlı Hasan'ın kahramanlıklarını görmek istediklerini vurgulayarak, ''Uluabatlı Hasan, köyümüzden çıkan bir kahraman. Bu büyük kahramanın içinde olduğu bir filmi izlemek bize büyük onur verdi. Surlara bayrağımızı dikerken, şehit düşme sahnesi bizi çok duygulandırdı. Onu bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz'' dedi.

''Fetih 1453''ü çok beğendiklerini dile getiren Uluabatlı köylüler, filmi mutlaka herkesin izlemesi gerektiğini söylediler.

AA

Lagün Canavarı,Yerebatan'da sergilenecek



Venedik kanallarında yaşadığı var sayılan ve yerel efsanelerden esinlenilerek tasarlanan, ses ve ışık efektleriyle canlı imajı yaratılan 6,5 metre uzunluğundaki ''Lagün Canavarı'', 3 Mart-6 Nisan tarihleri arasında tarihi Yerebatan Sarnıcı'nda görülebilecek.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş'den yapılan açıklamaya göre, su ve camın muhteşem birlikteliğini ortaya koyan ve farklı disiplinlerden onlarca sanatçının bir araya gelerek oluşturduğu ''Lagün Canavarı'', İtalya'nın Ankara Büyükelçiliği, İstanbul Başkonsolosluğu ve İstanbul–İtalyan Kültür Merkezinin katkılarıyla 3 Mart'ta Yerebatan Sarnıcı'nda sergilenmeye başlanacak.

Açıklamada, ''Lagün Canavarı''nın Venedik kanallarından Yerebatan Sarnıcı'nın karanlık sularına uzanan yolculuğu şöyle anlatıldı:

''Her şey bir efsanenin asırlar boyunca kulaktan kulağa, dilden dile aktarılarak bugünlere ulaşmasıyla başladı. Venedik'in en eski ailelerinden birine mensup, tarihçi, gazeteci ve gezgin Alberto Toso Fei, efsaneyi son olarak yayımladığı kitaplarına taşıyınca 'Lagün Canavarı' yeniden hatırlandı.

San Marco Meydanı'ndaki ünlü Dükler Sarayı'nı en güzel açıdan gören Gümrük Burnu olarak bilinen Punta Della Dogana'nın altında bulunan bir mağarada yaşadığı var sayılan bu yaratığın zaman zaman kendini gösterdiği oluyordu.

Daha doğrusu, bazıları bu tarz iddialarda bulunuyordu. Canavar, sadece mehtapsız gecelerde, lagünün karanlık sularında, rüzgarın etkisiyle kabaran dalgaların arasında gizlenerek nadiren ortaya çıkıyordu.

Onu son olarak 1933 yılında, yeni ayın çıktığı bir gecede, lagünde avlanmak için dolaşan iki balıkçı görmüştü. Canavar, karanlık suların ortasında birden belirerek, içinde henüz avladıkları birkaç kalamarın bulunduğu sepeti kocaman ağzıyla kapmaya çalışmış, sonra yine karanlığın içinde kaybolup gitmişti.''

Suyla ilgili projelere gönül veren Gianluca Orazio, efsaneyi bir projeye dönüştürmeye karar verdi. Mimar Simona Marta Favrin, projenin tasarımlarını hazırladı. Anlatılanlara uyan özellikte metal iskeletli cam gövdeli bir canavar yaratıldı, ses ve ışık efektleriyle de canlı olduğu izlenimi oluşturuldu.

Giuseppe Somma'nın hazırladığı ana gövdenin yüzeyi, ünlü cam ustası Nicola Moretti'nin hazırladığı 191 parça özel hazırlanmış cam parça ile kaplandı.

6,5 metrelik uzunluğa, 115 santimetrelik ene ve 110 santimetre yüksekliğe sahip canavarın yapımında teknolojinin tüm imkanlarından yararlanıldı. Kullanılan ışıklandırma sistemiyle kalp atışı efekti verilerek yaratığın suyun içinde canlı olduğu izlenimi yaratıldı.

''Lagün Canavarı'', ilk olarak geçen yılın Şubat ayında Venedik Cavallino Triporti'deki bir tarım işletmesinde, daha sonra daha sonra Venedik'te 54. Bienal etkinlikleri kapsamında Zattere Tuz Deposu'nun etkileyici atmosferinde ve Uluslararası Çağdaş Mozaik Festivali etkinlikleri kapsamında sergilendi.
AA

Safiye Soyman'dan müzik ziyafeti




Devlet Bahçeli Spor Tesisleri’nde Ceyhan Yardımseverler Derneği’nce düzlenen geceye katılan Safiye Soyman ve Faik Öztürk’ü görmeye gelen hayranları programa akın etti.

Programın açılış konuşmasını yapan Yardımseverler Derneği Ceyhan Şube Başkanı Şengül Gözler, kendilerine maddi manevi yardımlarını esirgemeyen Ceyhan Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’ye ve tüm yardımseverlere teşekkür ederek, "Dernek olarak 300 öğrenciye burs veriyoruz. Bu gecemizde de bizleri yalnız bırakmayan Ceyhanlılara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Amacımız Ceyhanlıları eğlendirirken eğitime ve öğrencilerimize de faydalı olabilmek. Buraya gelerek bizlere güç veren siz değerli Ceyhanlılara, bu geceye katılan Safiye Hanım ve Faik Bey’e sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum" dedi.

Gecede Safiye Soyman davul çalarken, Faik Öztürk ise zurna çalarak izleyicinin karışına çıktılar. Ceyhanlılar, Safiye Soyman’ın seslendirdiği birbirinden güzel şarkılar ve Faik Öztürk’ün stand-up tadındaki şovlarıyla müzik ve eğlence dolu bir gece geçirdi.

Programa, Ceyhan Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü, Garnizon Komutanı Yarbay Ümit Şener, Cumhuriyet Başsavcısı Ayhan Aygün, Emniyet Müdürü Zülfikar Sökmen, Oda başkanları, daire müdürleri ve davetliler katıldı.

İHA

Kürtçe serbest oldu, satışlar dibe vurdu



Kalan Müzik sahibi Hasan Saltık, Kürtçe albüm satışlarının yasaklı dönemde Türkiye pazarının yüzde 15'ine kadar geldiğini ifade ederek, ''Ancak Kürtçe serbest kalmaya başlayınca, hatta bu dilde eğitime ve kurslara izin verilince, yani bu yasak kalktıkça, bu oran yüzde 2'lere kadar düştü'' dedi.

Saltık, A.A muhabirine yaptığı açıklamada, ''yasaklar dönemi'' olarak adlandırdığı 1983-1991 yılları arasında, etnik dillerdeki müziğin revaçta olduğunu ve Kürtçe başta olmak üzere pek çok dilde albümün çıktığını söyledi.

O dönem etnik dillerde çıkan albümlerin ''yasak olduğu için'' çok sattığını belirten Saltık, ''Hatta bir ara Kürtçe albüm satışları Türkiye pazarının yüzde 15'ine kadar gelmişti. Ancak Kürtçe serbest kalmaya başlayınca, hatta bu dilde eğitime ve kurslara izin verilince, yani bu yasak kalktıkça, bu oran yüzde 2'lere kadar düştü'' diye konuştu.

''Etnik müzik serbest bırakıldıktan sonra fazla türkü derlenmediği için Kürtçe müziğin toprak altına gittiğini'' dile getiren Saltık, ''Kürt müziği gelişemedi. Kürt müziğinde yeni bir şey yok. Kürt müziği serbest bırakıldıktan sonra satışlar dibe vurdu'' diye konuştu.

Saltık, Şiwan Perwer, Ciwan Haco, Nizamettin Arıç gibi Kürtçe müziğin önemli sanatçılarının, yasaklar ve baskılar nedeniyle uzun yıllar Türkiye'ye gelemediğinden, albümlerinin hep el altından satıldığını, ancak bu isimlerin albümleri yasallaşıp kendileri Türkiye'ye gelmeye başlayınca da albümlerinin satışının azaldığını kaydetti.

Hasan Saltık, ''Kürt müziği de, Laz müziği de, Süryani müziği de gelişemedi. Çünkü Türkiye'de o kadar çok yasaklı dönem ve baskı oldu ki sanatçılar gelişemedi'' diye konuştu.

Etnik müziklerin yasaklanması nedeniyle Kürt, Laz, Süryani ve Yezidi müziğini geliştirecek birilerinin çıkmadığını da savunan Saltık, ''Çok iyi Kürt grupları, Kürt müziğine yön verecek, geliştirecek birileri çıkmadı. Laz müziğinde de öyle. Çünkü birçok türkü toprak altına gitti. Yeni derleme alan çalışmalarını biz yaptık. Bizim de kurtardığımız türküler son yaşlılardan kalan türkülerdir'' dedi.

Hasan Saltık, etnomüzikologların devlet memuru oldukları için kendilerine unvan verilmez korkusuyla alan çalışmalarında sadece Türkçe'ye yer verdiklerini de ifade ederek, Güneydoğu, Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerindeki illeri ele alan folklor kitaplarında Kürtçe'nin, Arapça'nın, Yezidice'nin, Süryanice'nin ve Rumca'nın yok sayıldığını belirtti.

Lazların da daha önce Lazca şarkı söylemekten çekindiğini ve korktuğunu kaydeden Saltık, şunları söyledi:

''Çünkü, 'Bizler kendi değerlerimize sahip çıktık, bölücü müyüz?' diye düşünüyorlardı. Rumca söylemek, Trabzon bölgesinde bir ara Pontusça okumak bölücük olarak algılanır, 'Bunlar Pontus Rum Cumhuriyeti'ni kurmaya çalışıyor' denirdi.

Türkiye çok değişti. Devlet artık azınlık müziklerini bölücü unsur olarak görmüyor. Görüldüğü gibi artık Kürtçe de, Lazca da, Pontusça da, Yezidice de var. Vatan millet bölünmedi. Günümüzde Karadeniz bölgesinin türkülerinde, özellikle de Lazca'da bir artış var. Lazların biraz daha kendilerine güveni geldi, artık rahatça söyleyebiliyorlar.''

Saltık, Süryanilerin 12 Eylül'den sonra göç ettiğini, Türkiye'de kalan Süryanilerin de sadece kilisedeki ayinlerinde dini müzik yaptığını ifade ederek, hala kendi halk müziklerini yapmaktan çekindiklerini ve korktuklarını söyledi.

Çerkezce ile ilgili çalışmalara başladıklarını da dile getiren Saltık, ''Şu anda Kafkas müziğine ağırlık veriyoruz. Önümüzdeki günlerde Çerkezlerle ilgili, Kafkas topluluklarıyla ilgili pek çok albüm çıkaracağız. Anadolu'ya Osmanlı döneminde göç etmiş, buradaki Çerkez kökenlilerin derlemelerinin yanı sıra oradaki gençlerle de bir şeyler yapacağız'' dedi.

Devletin etnik dilleri serbest bıraktığı gibi desteklemesi gerektiğini de belirten Saltık, ''Süreç içerisinde Anadolu'da bir sürü dil yok oldu. Bu ülkede sadece Kürtler, Lazlar, Yezidiler yoktu. UNESCO, 2 yıl önce Zazaca'yı kaybolmakta olan diller arasında gösterdi. Devlet, Zazaca ve Lazca'yı, hiç olmazsa kalan dilleri teşvik etmeli'' diye konuştu.

''2004'ten beri hiç albüm yapmadık''

Ses Plak sahibi Ethem Güner de, kendisine göre Kürtçe yasağının hala devam ettiğini belirterek, ''2002-2003 yıllarına kadar yılda en az 13-14 albüm yapardım. 2004'ten sonra neredeyse hiç albüm yayınlamadık. Örneğin, Şiwan Perver. Biz 22 yıl birlikte çalıştık. Her 2 yılda bir albüm yapardık, 11 yıldır albüm yapmadık. Tamam dijital çağ diyoruz, insanlar internetten dinliyor, bu bir faktör, ama bu Türkçe için de geçerli, ancak Kürtçe neredeyse tamamen durdu. Hiç kimseden bir şey çıkmıyor. Niye? Satılmadığı için'' şeklinde konuştu.

Ethem Güner, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı İstanbul, İzmir ve Mersin gibi metropollerde Kürtçe albüm bulunamadığını, dükkan sahiplerinin Kürtçe albümleri raflarına koymadığını da dile getirerek, şöyle devam etti:

''Daha önce bazı kişiler, 'Çalma kardeşim' diyordu veya polisler 'Rafa koy ama müziği açıp dışarı verme' diyordu. Ama şimdiyse o dükkan sahibi rafına koymuyor. Artık eski mahalle kasetçileri de yok. Albümler sadece zincir mağazalarda satılıyor. Bunların hiçbirinde Kürtçe albüm koyamazsınız, raflarında yok. Bana göre ciddi bir ayrımcılık ve ırkçılık gelişti. Daha önceden böyle değildi. Biz Şiwan'ın ve diğerlerinin kasetlerini Trabzon'a da gönderirdik. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de insanların kendi kültürlerini yaşamalarından ne çıkar.''

Ethem Güner, Kürt kültürü adına kitap, sinema, tiyatro ya da müziğin hemen hemen olmadığını ifade ederek, ''Mesela şu anda İstanbul'da 100'ün üzerinde radyo var. Siz hiçbir tanesinde doğru dürüst Kürtçe müzik çaldığını duydunuz mu? Peki ben albüm çıkardığım zaman nerede tanıtacağım? İnsanlar bunu nasıl duyacaklar?'' diye konuştu.

AA

Hatay'da 14 adet fosil ele geçirildi



Hatay'da alıcı kılığına giren jandarma ekipleri, binlerce yıllık olduğu tahmin edilen 14 adet fosil ele geçirdi.

Hatay İl Jandarma Komutanlığına bağlı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve Merkez İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından yapılan istihbarı ve teknik takip çalışmaları neticesinde ulaşılan bilgiler doğrultusunda fosil satışı yapılacağı bilgisine ulaşıldı.

Daha sonra alıcı kılığına giren Jandarma ekipleri, fosilleri satmak isteyen Z.K. isimli şahıs ile irtibata geçti. Jandarma ekipleri ile şahıs arasında pazarlıklar başladığı anda Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüile Hatay Merkez İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Jandarma ekipleri tarafından operasyon düğmesine basıldı.Operasyon neticesinde zanlı Z.K.'ya, binlerce yıllık olduğu belirtilen ve henüz maddi değeri biçilemeyen 14 adet fosili Jandarmaya satmak isterken suçüstü yapıldı. Adliyeye sevk edilen Z.K., 2863 sayılı kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanununa muhalefetten yargılanacak.

Jandarma tarafından ele geçirilen ve önce Hatay Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne gönderilecek deniz canlıları ve mercanlardan oluşan 2 bin yılık olduğu öngörülen fosiller; daha sonra dünyanın en büyük ikinci müzesi olma unvanını elinde bulunduran; Türkiye'nin ise en büyük Arkeoloji müzesine olan Hatay Arkeoloji müzesine teslim edilecek.
İHA

Halk oyunu ekibinden 4 birincilik



Türkiye Halk Oyunları Federasyonu tarafından Sivas Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü ile birlikte Kulüplerarası Halk Oyunları Yarışması düzenlendi. 4 Eylül Spor Salonu'nda gerçekleştirilen yarışmalara 4 Eylül Belediyespor Kulübü, Yüceyurt Gençlikspor Kulübü, Gençlikspor Kulübü ile Yıldızeli Halk Oyunları Gençlik Spor Kulübü katıldı.

Geleneksel düzenlemesiz ve geleneksel düzenlemeli dallarında küçükler, yıldızlar ve büyükler kategorilerinde yapılan yarışmalarda 4 Eylül Belediyespor Kulübü 4 birincilik aldı. Yarışma sonrasında düzenlemesiz dalda 4 Eylül Belediyespor Kulübü miniklerde ve büyüklerde birinci oldu. Yıldızlarda ve Gençlerde Yüceyurtspor Kulübü birinciliği kazandı.

Düzenlemeli dalda ise yıldızlarda ve büyüklerde 4 Eylül Belediyespor Kulübü birinciliği kazanarak 4 birincilik aldı. Halk Oyunları yarışmaları sonrasında başarılı olarak birinciliği kazanan takımlara kupa verildi.

Koreografi Sorumlusu Özcan Keskin'in yaptığı açıklamada, örf ve adetlerden vazgeçmeyeceklerini söyleyerek, düzenlenen projenin çağdaşlaşmak üzere olan halk oyunlarının gereksimi olduğu Sivas'ın da bu akıma katılması gerektiğini belirtti.
İHA

Sarkozy, Oscar'lı Fransızları kutladı



Sarkozy, Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi'nin 84. Oscar ödüllerinde ''The Artist'' filmiyle En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini alan Fransız yönetmen Michel Hazanavicius ve Fransız oyuncu Jean Dujardin'ı kutladı.

Sarkozy yaptığı yazılı açıklamada, bu ödüllerin Fransız sinemasının ''canlılığını'' bir kez daha ortaya koyduğunu söyledi.

Fransa Cumhurbaşkanı, bu ödüllerin ayrıca, hükümetinin sinema sektörünü destekleme konusundaki politikasının başarısını gösterdiğini ifade etti.

AA

Kısa film üniversiteliye serbest



Üniversite öğrencilerine kısa film yapımını özendirmek, sosyal-kültürel ortamlarını sinema aracılığıyla anlatabilme imkanı yaratmak, ulusal kısa filme katkıda bulunacak yeni sinemacıları desteklemek ve Türkiye’de kısa filmin gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla düzenlenen Kısa Film Yarışması’na üniversite öğrencisi olan herkes başvuru yapabilecek.

Tür ve konu kısıtlaması yok. Gençlerin hayal gücünü kısıtlamamak için Play ÜniFilmFest Kısa Film Yarışması’nda tür ve konu zorunluluğu olmayacak. Gençler diledikleri fikri, konuyu ister kurmaca, ister belgesel, isterlerse canlandırma ya da deneysel, her türde çekip gönderebilecek. Yarışmanın tek bir koşulu var: Filmler 10 dakikayı geçmeyecek.

18 Mart’ta sona erecek başvuruların ardından filmler ilk önce, İstanbul Modern Müzesi Sinema Direktörü Müge Turan, akademisyen Orton Akıncı ve Sinema dergisi genel yayın yönetmeni Senem Erdine’den oluşan Ön Eleme Jürisi’nin karşısına çıkacak. Bu jürinin belirlediği 10 film, izlesene.com adresindeki Play ÜniFilmFest sayfasından izlenebilecek.

Ön elemeyi geçen 10 film ise sinema, sanat ve akademi dünyasının önde gelen isimlerinden oluşan bir jüri tarafından izlenecek. Ahmet Hakan, Ali Çalışır, Aylin Aslım, Ergun Yolcu, Gül Ece Soyutemiz, Kanat Atkaya, Metin Işık, Nil Kural, Selen Uçer, Serdar Akbıyık, Tolga Karaçelik, Turan Sağer, Yekta Kopan ve Yeşim Ceren Bozoğlu’dan oluşan Kısa Film Jürisi’nin oylarıyla seçilecek “En İyi Kısa Film” 10.000 TL para ödülünün sahibi olacak.

Filmler ayrıca, 2 Nisan - 2 Mayıs tarihleri arasında internet sitesi üzerinden halk oylamasına sunulacak ve kullanıcılar yarışma birincisi seçilecek filmi tahmin etmeye çalışarak çeşitli ödüller kazanacak. Dereceye giren bütün filmler Play ÜniFilmFest’in İstanbul’da yapılacak Kapanış Töreni’nde seyirci önüne çıkacak.

Eski İstanbul Kahvehaneleri



Cem Sökmen, Eski İstanbul Kahvehaneleri kitabında Aydınların iletişim ortamı olarak kahvehaleri değerlendtiriyor ve kahvehana kültürünün Osmanlı’dan günümüze kadar gelen macerasını anlatıyor.

Sözlü kültürün hâkim olduğu, yazma eserlerin nadir bulunduğu devirlerdeki kahvehaneleri aktaran Cem Sökmen, tekke ve camilerden taşan Mesnevi, Yunus Emre Divanı, Taberi gibi edebiyat, tarih ve din konulu kitapların oralarda da okunduğuna dikkat çekiyor...

İstanbul'un eski kahveleri deyince akla genelde Küllük, İkbal, Meserret ve Marmara kıraathaneleri geliyor. Cem Sökmen'in yüksek lisans tezi olarak hazırladığı "Eski İstanbul Kahvehaneleri" (Ötüken Yayınları) kitabı ise Beyoğlu, Şehzadebaşı, Beyazıt, Babıali arasında hizmet veren ama zamanla unutulan pek çok kahvehaneden bahsediyor.

Eskiden İstanbul'daki kahvehaneler, aydınların en önemli buluşma mekânlarından biriydi. O dönemlerde yazmak, konuşmak o kadar kolay olmadığı için dolup taşan edebiyatçılar, düşünürler ve ilim adamları bu kahvehanelerde bir araya gelip fikirlerini paylaşırdı. Gençler de payına düşeni alırdı bu ortamlardan. Çoğu Beyoğlu, Beyazıt, Şehzadebaşı ve Babıali arasında yer alan kıraathaneler günümüzde yok. Bu kahvehanelerden akla ilk gelenler genelde Küllük, İkbal, Meserret ve Marmara kıraathaneleri olur. Cem Sökmen'in yüksek lisans tezi olarak hazırladığı Eski İstanbul Kahvehaneleri adlı kitap ise unutulan pek çok kahvehaneden bahsediyor. Adliye, İhsan, Fevziye, Darüttalim, Halk, Eftalikus, Elit kıraathaneleri, Hacı Reşit ve Yavrunun Çayhanesi gibi. Kafe formuna bürünen günümüz kahvehaneleri ise eskiler gibi değil. Sökmen, "Görüntülü ve sesli kitle iletişim araçlarının yaygınlaştığı, şehirlerin kentlere dönüştüğü bir sanayi çağında kahveler yok oldu." diyor.


Osmanlı kahvelerinin kültür merkezlerinden farksız olduğunu hissettiren yazar, sözlü kültürün yerini yazılı kültüre bırakmasıyla kahvehanelerin bu işlevini yitirdiğini gösteriyor.... Sökmen, eserinde Gölpınarlı’nın mahalle kahvesiyle ilgili sözleri mahallenin mikro bir devlet gibi teşkilatlandığını gözler önüne seriyor; “Bir çeşit içtimai toplantı yeriydi orası. Hasta yoksulun iyaline, kimsesiz kadının haline orada çare bulunurdu. Doktor yollanırdı, ilaç alınırdı.” Farklı kültürlere ve statülere mensup insanlar kahvede bir potada erimiş ve Türk mahallesinin nabzı buralarda tutulur olmuştur. Aydınların postu serdikleri mekânlar1940’lı yıllar. Akşehir’den İstanbul’a üniversite tahsili için gelen genç adam Beyazıt Camii’nin köşesindeki Küllük Kahvesi’ne postu sermiştir. Bazı geceler iskemleleri birleştirir, tavlaları yastık yapar ve orada yatar. Akşama doğru da Rıfkı Melul Meriç, Ali Nihat Tarlan, Halil Yınanç ve Selim Nüzhet’le aynı masada oturacaktır. Bu genç adam Tarık Buğra’dan başkası değildi. Henüz 20’li yaşlardaki Tarık Buğra’nın alanında otorite kabul edilen bu dört isimle birlikte oturması Küllük Kahvesi’nin nasıl bir eğim öğretim mekânı olduğunu yeterince açıklıyor. Aynı zamanda günümüzde hasretini çektiğimiz usta ile çırağa aynı çatı altında soluk aldıran müstesna bir misal. Sökmen, okurlarına Turgut Cansever’in “Beyazıt Camii’nin gül bahçelerinden türemiştir” dediği bu kahveyi gezdirirken kâh buradaki ukala orta yaşlıları eleştiren Refik Halit’i, kâh hummalı tartışmalardan sonra Küllük adını verecekleri dergiyi konuşan şu masadaki gençleri gösteriyor. 40 yılı aşkın bir süre boyunca bu kahvenin kültüre meraklı birçok insan için bir akademi olduğu anlaşılıyor. Reşat Nuri’den, Necip Fazıl’a, Ataç’tan Sabri Esad’a kadar birçok münevver Küllük’ten geçip gitmişler, bir demlikten yudumladıkları çaya hürmeten o mekânı edebiyatın ve düşüncenin kaynayıp çağıldadığı bir mektep haline getirmişlerdi. Erol Güngör’ün genç bir asistanken uğradığı Marmara Kıraathanesi; Haşim ve Yahya Kemal’in derin sohbete dalarak yanındakileri unuttukları, Tanpınar’ın hocası Yahya Kemal’le birlikte gazetelerden geç vakit dönen arkadaşlarından İnönü ve Sakarya muharebelerinin son havadislerini dinledikleri İkbal kahvesi; İstanbul yağmurundan ince pardesüsü ile tiril tiril kaçan Orhan Veli’nin sığındığı Meserret Kıraathanesi; Fuat Köprülü, Ali Fuat Başgil, Ali Nihat Tarlan’ın bulunduğu köşede onlara ney üfleyen Neyzen Tevfik’in hüzünlü sesinin yankılandığı Şehzadebaşı’ndaki Yavrunun Çayhanesi; Ali Nihat Hoca’nın derin sohbetiyle büyülenmiş Tarık Buğra’nın “bütün kürsülerden daha çok şey bahşetti” dediği kültür havasıyla dolu Darüttalim Kıraathanesi… Bütün bu mekânlar, edebî ve fikrî hayatımızın nefes alıp verdiği, tecrübelerin yüzden yüze, gönülden gönüle aktarıldığı muhitler olmuşlardı. Yeniden şifahi iletişim

Günümüzde bu aynel yakin olma hali, aynaların çepeçevre bizi kuşattığı bir çağda ne yazık ki oldukça güçleşti. Teknoloji kendisiyle sohbet edilecek, hem bilgisi hem de inikâs yoluyla hali keşfedilecek ustayı elimizden almış gözüküyor.

Kitabı okuduktan sonra kahvehaneleri, "İstanbul’un hatırlama bahçeleri" olarak tanımlayan Mostar Dergisi yazarı Said Yavuz, kitapla ilgili olarak Sosyoloji hocası Dr. Mahmut Karaman'a sormadan edemediğini söylüyor: “Acaba o kahvehaneye bir bedel istemeden gelebilecek, kuşaklar arasında böylesi bir irtibatın mutlaka sağlanmasına inanan kaç aydın bulacağız?”

Hoca umutlu. Yani orada gençlerle hiç kurgulanmamış, önceden planı yapılmamış buluşmalar gerçekleştirecek ve bunu yaparken de az da olsa egosundan, kürsüsünden, kulesinden aşağı inecek kaç kişi?

Tıpkı Salah Birsel’in felsefe tahsili yapan genç bir öğrenci olarak Sait Faik’te gördüğü hal gibi. Yani orada İstiklal Caddesi’ndeki Eftalikus kahvesinde “büyük bir yazar olduğu halde bir kestane kebapçısı, boyacı, emekli memur, bir çöpçü gibi görünmeye boş veren” Sait Faik gibi olmalarını bekleyebilir miyiz onlardan? O kadar olmasa da meraklı bir genç adamla aynı kâseden aldıkları şekeri muhabbet çayında eritebilirler mi?

EN ÜNLÜ KAHVELER


Sarafim: Gazete ve dergilerin bulunduğu ilk kıraathane

Sarafim Kıraathanesi'nin tarihi 1857 yılına uzanıyor. Beyazıt'ın Okçularbaşı Caddesi'nde kurulduğu için ilk zamanlar bu isimle anılmış. Sonra Uzunkahve denmiş. En son Ermeni sahibi Sarafim Efendi'nin adıyla akıllarda kalmış. Kıraathane ismiyle anılan ilk mekan olan Sarafim'in en önemli özelliği dönemin gazete ve dergilerini bulundurması ve arşivlemesi. Kıraathanenin yerinden bugün yol geçiyor. Tam olarak Mustafa Reşit Paşa Türbesi'nin karşısına düşüyor bu yol.

Bilim adamları ve sporcuların mekânıydı

Acemin Kahvesi: Acemin Kahvesi, Beyazıt'tan Laleli'ye doğru inen cadde üzerindeymiş. Ragıp Paşa Kütüphanesi'nin tam karşısındaki kıraathanenin yerinde bir butik var. Küllük kapanınca, oranın müdavimleri Acemin'de buluşmaya başlamış. Naci Şensoy, Emin Ali Çavlı ve İsmail Dümbüllü gibi bilim adamı ve sanatçılar da uğrarmış.

'Çayında lezzet-i edebiye vardı'

Hacı Reşit Çayhanesi: 1880'lerden 1910'lara kadar Şehzadebaşı'nda hizmet verdiği bilinen Hacı Reşit Çayhanesi ile ilgili Cenap Şahabettin şöyle yazmış: "... havasında bir lezzet-i edebiye vardı... Çay füruş Hacı Reşid'i tanımamak, Muallim Naci'yi bilmemek veya Ahmed Mithad Efendi ile görüşmemiş olmak gibi bir nakise, bir mahrumiyetti." Duvarlarında Arapça ve Farsça beyitler bulunan çayhanenin sahibinin şairlik iddiası dönemin edebiyatçılarını bu kahveye çekmiş. Çayhanenin yeri bugün bilinmiyor.

Konferanslara, fasıllara ve aydınlara ev sahipliği yapmış

Fevziye Kıraathanesi: Şehzadebaşı Caddesi'nin Fevziye Caddesi ile kesiştiği köşede yer alan bir kıraathane. Ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmiyor. Fakat en parlak yıllarını 1885-1900 arasında yaşamış. Bugün o köşede bir otel var. Fevziye Kıraathanesi, tiyatro gösterilerine, konferanslara, musiki fasıllarına ve devrin aydınlarına ev sahipliği yapmış.

Zengin mirasyedi, şöhretsiz şair, gazeteci, eski pehlivanlar takılırdı

Darüttalim Kıraathanesi: Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında bu kıraathaneyi şöyle anlatmış: "Kahvehaneye her cins ve meşrepten insan geliyordu. Zengin mirasyedi, müflis ve tutunmuş tüccar, şöhretsiz şair, gazeteci, ressam, yüksek memur, satranç ve dama ustaları, eski pehlivanlar, bir-iki Darülfünun hocası, bir yığın talebe, aktörler, musikişinaslar, hülasa her meslekten adam..." İstanbul'un ilk apartmanlarından biri olarak bilinen Letafet Apartmanı'nın alt katında açılan kıraathanenin yerinde bugün İstanbul Üniversitesi Zooloji Bölümü var. Letafet Apartmanı 1964'te yıkılmış.

Eftalikus, en çok Sait Faik'in yurdudur

Eftalikus Kahvesi: Taksim Meydanı'ndan İstiklal Caddesi'ne girerken köşedeki Burger King'i bilirsiniz. 1970'li yıllarda burada Eftalikus adı verilen bir kahvehane varmış. Salah Birsel, "Bir gözlem kulesidir Eftalikus. Pek çok insan da buraya bunun için gelir. Ama Abidin Dino, Arif Kaptan, Sait Faik, Hüsamettin Bozok, Arif Dino, Asaf Halet Çelebi, İlhan Berk kendileri için gelirler. Eftalikus yine de en çok Sait Faik'in yurdudur." diye anlatıyor mekânı. Faik'in kahvehanenin ismiyle yazılmış bir öyküsü var. Eftalikus sadece yazarların değil aktörlerin ve aktör adaylarının buluşma yeri. Çünkü karşısında Taksim sineması varmış. Senaryo yazarı Bülent Oran burada az çalışmamış.

1940 kuşağı edebiyatçıları Elit'te yetişmiş

Elit Kıraathanesi: 1936 yılında açılan bu kıraathane Beyoğlu Asmalımescit Sokağı'nda Merkez Apartmanı'nın altındaymış. 1940 kuşağı olarak bilinen edebiyatçılara ev sahipliği yapmış, onların birbirleriyle tanışmalarına vesile olmuş. Aydınların iletişim ortamı olan kıraathanelerle ilgili en çok yazan isimlerden Oktay Akbal ve Attilâ İlhan, Elit'te tanışmışlar. Cemil Meriç de müdavimleri arasında. Şimdi yerinde bir restoran olan Elit, 1949 yılında kapanmış.

Muhabirlerin haber kaynağıydı

İhsan Kıraathanesi: Bâbıâli Yoku-şu'ndaki İhsan Kıraathanesi'nde muhabirler özel olmayan haberlerini değiş tokuş etmek için toplanırmış. Penceresinden bakınca neler neler görünürmüş. Valiyi görmeye gelenler, politikacılar, yabancı donanmaların komutanları, ecnebi sefirler... Hemen yanında defterdarlık, Türk Ocağı, belediye. Havadis borsası gibi bir mekân. Kıraathanenin bulunduğu bina, 1950'li yıllarda yıkılmış ve şimdi yerinde kağıtçıların bulunduğu bir iş hanı var.

Kutlu Doğum Kompozisyon Yarışması




Kalemler O’nun (sas) için yarışacak. Peygamberimizin hayatını ve örnek şahsiyetini, gönül ve fikir dünyamıza taşıyan Siyer-i Nebi Dergisi, “2012 Kutlu Doğum”a özel kompozisyon yarışması düzenliyor.

Dergi adına yapılan açıklamada; “Rabbimizin En Büyük Hediyesi Peygamber Efendimiz(sas)” konulu yarışmaya her yaş ve öğrenim seviyesinden kişiler katılabiliyor. Son başvuru tarihinin 10 Nisan 2012 Salı günü olarak açıklandığı yarışmada dereceye girenler ödüllendirilecektir" denildi

Uluslararası İstanbulensis Şiir Festivali


Sultanbeyli Belediyesi geçen yıl 13 şairin katılımıyla düzenlediği şiir gecesini bu yıl uluslararası alana taşıyarak İstanbul’un çiçeğini Dünya’ya duyurmaya çalışıyor.

İstanbul, Ankara, Bursa, Adapazarı, Eskişehir ve Van olmak üzere Türkiye’den 17; Kosova, Makedonya, Ukrayna, Bulgaristan, Arnavutluk, Gana, Azerbaycan, Irak, Bosna Hersek, Moldova, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Karadağ olmak üzere 12 değişik ülkeden toplam 29 şair, Sultanbeyli Belediyesi’nin öncülüğünde sanatseverlere sesleniyor.

Dört gün sürecek etkinlik programında, şiir dinletilerinin yanı sıra şairler, sekiz okulda öğrencilerle şiirin sorunlarını konuşup, öğrencilere şiirlerinden örnekler sunacak. “Modern İnsanın Şiir Arayışı Paneli”nde alanlarında otorite beş profesör şiir konusunda katılımcıları aydınlatacak.

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ’NE ÖZEL “DÜNYA KADINLARINDAN ŞİİR VE SÖZ” PROGRAMI…

Şiir Festivalinde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel bir program da hazırlanmış. “Dünya Kadınlarından Şiir ve Söz” programında, 6 farklı ülkeden 6 kadın şairin katılımıyla gerçekleşecek bu özel program, konser ve havai fişek gösterileri ile tam bir festival havasına bürünecek.

Etkinliğin Organizasyon komitetesi etkinlikle ilgili düşüncelerini şu şekilde açıklıyor: "Şehirlerin kimliğini o şehre ait unsurlar belirler. Isparta’nın gülü ne kadar anlamlıysa, Konya'nın Mevlana ile anılması neyse, Sultanbeyli’nin İstanbulensis Çiçeği yani İstanbul Çiçeği de o derece önemlidir.

İstanbulensis Çiçeği her açtığında, rengiyle, kokusuyla, estetik duruşuyla şehre kendi kimliğini yansıtırken, şaire verdiği ilhamla da şehrin kültür hayatını hareketlendirir. Şiir, bir çiçeğin aşkı anlatışı, sevgilinin yakasına takılışı, bir çocuğun gözleri, annenin duasıdır. İstanbulensis şiirin evrenselleşmesinin adıdır. İstanbulensis; Anadolu’nun yakasındaki gül, sevgilinin yanağındaki pembelik, aşkın adı, şiirin tadıdır.

1982 yılında İngiliz bilim adamı Brian Mathew tarafından yeni bir çiğdem çeşidi olarak Dünya’ya tanıtılan ve adını yetiştiği şehir olan İstanbul'dan alan İstanbulensis çiçeğinin açtığı mevsimdeyiz.

Dünyada sadece İstanbul'da ve Sultanbeyli sınırlarındaki Aydos Ormanları'nda her yıl Şubat sonlarında ve Mart başlarında görülen İstanbulensis, sarı rengiyle baharın gelişini müjdelemektedir.

Yakın bir zamanda bilim literatürüne kazandırılan bu çiçek, artık Sultanbeyli sınırlarını aşmış ve Dünya’ya mal olmuştur. Sultanbeyli Belediyesenin yeni logosu olan çiçek aynı zamanda Sultanbeyli’ye yol göstermekte.

İstanbulensis şiir festivali, etkinlik yoğunluğu ve kapsamıyla Türkiye’de ilk olma özelliğine sahip. Sultanbeyli, bir kültür merkezi, bir kültür kenti olmaya adaydır. Bu yolda emin adımlarla ilerleyen Sultanbeyli, artık şiirin çiçek açtığı kent olarak anılacaktır.

Her bahar; çiçeğimiz, İstanbul’un en yüksek tepesi olan Aydos Tepesi’nden gelip şairlerin dillerinden dökülerek şiir sevdalılarının yakalarına ve ruhlarına güzellikler bırakacaktır"

Erdem: Şair beklentisi olmadan şiir yazar



Şair Erdem, Dil ve Edebiyat Derneği (DED)'in Eyüp'teki genel merkezinde "Şiir Türkiye'nin Neresine Dokunuyor" konulu söyleşiye katıldı..
DED Genel Başkanı Ekrem Erdem'in teşvik ve destekleriyle, Eğitim ve Kültür İşleri Başkanlığı tarafından geleneksel olarak düzenlenen "Cumartesi Söyleşileri"nin bu haftaki konuğu olan Erdem, "Şiir, var oluşumuzda önemli bir kaynak oluşturur" dedi.
Türk şiirinin Türkiye'nin kimliğine dokunması gerektiğini ifade eden Şair Ömer Erdem, Türkiye'nin bilinçlenmesi için şiirin önemli bir edebiyat ürünü olduğunu söyledi.
Medeniyetimizin kaynağının şiir olduğuna dikkat çeken Erdem, "Medeniyet kuranlar, bir şiir dili oluşturur. Coğrafyamız bir şiir coğrafyasıdır. Biz ancak var olduğumuzu fark ettiğimiz zaman kimliğimizi fark ederiz. Kimlik, ideolojik değil ontolojik bir varlıktır" dedi.
Divan Şiiri'nin Osmanlı Devleti'nin şiir dili olduğunu ifade eden Erdem, Türk şiirinin derinliğinin kimseye dokunmadığını kaydetti. "Tanzimat’tan bu yana evrensel ölçekte yapmış olduğumuz tek şey edebiyatımızdır" diyen Şair Erdem, söyleşisini şöyle sürdürdü: "Şair, hiçbir beklenti içinde olmadan şiir yazar. Şiir, Türkiye’nin acısına, gençliğine, kalbine dokunur. Çabamız, insanın daha da insan olması içindir."
Haber7

Olay Haberler

olayhaberler.com

Diğer Haberler

Spor

Copyright © 2012. Fiber Haber - All Rights Reserved. Blogger tarafından desteklenmektedir.
 
Copyright © 2012. Fiber Haber - Tüm Hakları Saklıdır
Powered by Blogger | Sitemap | Ping | Olay Haber | Spor